30 Mart 2009 Pazartesi

sabırtaşı(-ran)..

yok, yok.. tutamıcam artık kendimi ben. kusmalıyım içimi bi yerlere. burası en uygunu sanırım. seçimden bahsedicem evet. çünkü artık sabrım(ız) zorlanmakta.

15 yıl önce..

küçücük bi çocuğum ben. dünyadan bihaberim. melih diye biri var başta ama kimdir, nedir kafam almıyor henüz. sanırım büyüdükçe daha çok anlam kazanacak bu konu.

10 yıl önce..

etrafta küçük kağıtlar görüyorum. kiminin üstünde murat karayalçın ismi var, kimininkinde i. melih gökçek. nedir diye bakıyorum, seçim içinmiş. ilgimi çekmiyor bi kenara atıyorum kağıtları. kendime oynayacak bi şeyler bakıyorum. çünkü bu kafa hala almıyor bu 'sırıtış'ın ardındaki gizemi.

5 yıl önce..

biraz daha büyümüşüm. seçim olacak, ondan haberim var bu sefer. adayları da tanıyorum hatta. karayalçın ve gökçek yine. düşünüyorum, diyorum ki: "bu gökçek de bıkmadı başkanlıktan, hala aday oluyo.." seçim akşamı geliyor, geçiyorum tv karşısına. nedense küçüklükten beri hep ilgimi çekti o grafikler, oranlar. evdekiler karayalçın'a oy vermiş belli. kazanmasını istiyorlar. e doğal olarak ben de onu istiyorum, neden istediğimi bilmesem de. saatler ilerliyor. gökçek yine önde. babam sinirleniyor, annem sinirleniyor, "yine seçtiler adamı.." yakarışlarının arasında yatağa giriyorum. sabah olduğunda öğreniyorum ki hakikaten "seçmişler adamı..". hem de büyük farkla. yine, pek önemsemiyorum. okuluma gidip kendi işime bakıyorum.

1 gün önce..

sabah 8 olunca annem geliyor, uyandırıyor. "hadi kalk oy vermeye gidiyoruz..". seviniyorum, çünkü artık 'büyümüşüm'. artık ben de söz sahibiyim yönetimde diye düşünüyorum. bu sefer gökçek hakkındaki düşüncelerim daha net. bu adam yolsuzluk yapmış, belgelerle de ispatlı. bu adam 30 euro'ya su sayacı alıp, 300 tl'ye bize satmış.. bu adam kızılırmak'tan su getirmiş, üniversitelerin bağırışlarına rağmen, bize içirmiş arsenikli arsenikli. bu adam kuğulu alt geçidi diye bir yer yapmış ki, evlere şenlik. bu adam 'sosyal yardım' yapmış ki, oy alsın halkından. bu adam kendisinden önceki başkan karayalçın'ın projelerine çökmüş, üstüne de "ben yaptım!" demiş. bu adam 10 yılda bi metroyu bitirememiş, bizimkiler de gidip hala ona oy vermişler. bu adamın vaatleri de komik: disneyland yapacakmış ankara'ya.. bütün sorunların çözümü buymuş gibi. milletin cebinde para yokken disneyland'a gidebilecekmiş gibi. bu adam bize kıs kıs gülmüş, biz de espri yapıyor zannetmişiz. bi 5 yıl daha 'sırıtabilmek' için adaylığını koymuş. artık bi dur demeli, değil mi? yaptıkları ortada işte. sen de seçmen olarak git de ki: "ey melih, saltanatın buraya kadar!", değil mi? ama yook, demeyiz biz. severiz ankaralı olarak, sömürülmeyi, dalga geçilmeyi, kazıklanmayı. bize kömürümüzü, makarnamızı versinler, işe gerek yok. ne de olsa 5 yılda bir erzağımızı tamamlıyolar, bi de üstüne ısıtıyolar yeter o. çalışmaya, para kazanmaya ne hacet! belediyecilik olmasa da olur..

bu adama oy vermemiş biri olarak sizi temin ederim ki, bu size müstehak. alın 5 yıl daha keyfini sürün arsenikli suyunuzun, bitmeyen metronuzun, bacadan sızan gazınızın! kurunun yanında yaşı da yakmayı unutmayın sakın!

26 Mart 2009 Perşembe

snıf! snıf!

Koku: Bir Katilin Hikayesi diye film vardı hatırlar mısınız, bilmem. (çok eski filmmiş gibi "hatırlar mısınız?" ayaklarına da yatmıyo muyum.. ilahi ben ya..) her şeyin, istisnasız her şey, kokusunu ayırt edebilen bir adamın hikayesini anlatıyordu. kendisine doğru atılan elmanın kokusunu havadayken alıp, kendini bu saldırıdan koruyabiliyordu. o derece insan üstü biriydi bu adam. sonra mesela, insanları kokusundan tanıyabiliyodu. üstelik köpekler gibi burnunu onlara sürtmesi falan da gerekmiyodu. uzaktan bile alıyodu kokuları. hah işte izleyenleriniz hatırlamıştır artık. izlemeyenler de izlesin artık. konuyu getirmeye çalıştığım yer, bende de bi koku takıntısı var. mesela kitap kokusu.. kaçınız beğenir bu kokuyu bilmem ama, ben bayılırım. dershanede her dergi dağıtılışında millet yeni konu var mı diye bakarken, ben dergiyi tam ortasından açıp koklamaya başlarım. delice geliyo olabilir, biliyorum. böyle bi insanım işte ben de. ne yapayım? boya, egzoz, kibrit dumanı kokusu birçok insana mide bulantısı ya da "tiksinti" verirken bana hep tuhaf bi aydınlanma hissi(!) vermiştir. bu aydınlanma hissi bu maddelerin "kafa buldurtma" özelliğinden de olabilir tabi. orasını bilemem.

bu koku takıntısı arada bir işe de yarıyo aslında. bu yararlara kokusundan yemek tanıma eylemini örnek gösterebilirim. geçenlerde eve girer girmez burnumdaki reseptörler harekete geçti, çok tanıdık bir koku alıyorlardı, beynin koku alma merkezine gerekli bilgileri gönderdikleri anda anladım ki bu koku annemin yaptığı kurufasulyenin kokusuymuş. içimi bir sevinç kapladı, anneme binlerce kez teşekkür ettim. koku alma duygum olmasaydı ben o yemeğin ne olduğunu anlayamayacaktım. çok üzülürdüm vallahi.

yıllardır hayvanlardan üstün olduğunu benimseyen insan oğlu kilometrelerce öteden çiçeğin kokusunu alan küçücük arı kadar olamadı. ya da bir kez aldığı kokuyu unutmayan köpek kadar. koku diye bir şey olmasaydı bu hayvanlar belki de aç kalacaktı. ama biz yine de onlara elimizi uzatmayacaktık. toplumsal mesajımızı da ironik biçimde verdikten sonra yazımızı bitirmenin vakti geldi artık değil mi?

koku, hayatımızın her yerinde! sinemada, evde, işte, okulda, her yerde kullanabilirsiniz! üstelik bedava! hemen siz de burun deliklerinizi açın ve hava sirkülasyonunu oluşturun! (bilimsel konuşuyorum ki sıktığım anlaşılmasın.) ürünümüzden memn.. tamam kestim. gelişigüzel yazılmış bir yazının daha sonuna geldik. bir dahaki saçma ve gereksiz yazımda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın. hfss..

bir ekşi sözlük yazarı edasıyla edit: mesela'ların bolluğu giderildi. yazının daha akıcı olması sağlandı.