28 Şubat 2010 Pazar

alengirli sorular

merhaba. "neyaber?". demin daçe'nin yazısını okudum adam resmen döktürmüş. gaza geldim ben de haliyle. gazdan çok suçluluk duygusu aslında, iki haftadır buraları sahipsiz bırakmanın getirdiği. dedim şu şubat ayının son gününe bir yazı daha sıkıştırayım.

...bu yıl 2010 diil de 2012 olsaydı bu gün şubatın son günü olmıcaktı. ama bu yıl ikibinon. ironik diil mi ya sence de? misal 2008'i hatırlarım, onda da böyleydi. şubatın son günü diildi bugün. misal 2008 şubatının son gününde doğan çocuğa yazık lan. adamın doğum günü 4 yılda bir yaşanıyo. aradaki 3 yıl adamı resmen unutuyolar gibi böyle. yoksayıyolar. biliyorum ben.

şubat niye böyle bi ezik? niye en kısa ay? miladi takvimi kim oluşturduysa şubata bi haksızlık yapmamış mı sevgili okur sence de? takvim 367 gün kabul edilseydi de şubat da 30 gün olsaydı fena mı olurdu? yazık diil mi ona? çok saçma geliyo bana ya. niye şubat? niye ağustos diil mesela? çıldırıcam. iç hesaplaşma yaşıyorum şurda resmen. of.

2012 dedim de bak şimdi dertlendim yine. what if it happens? neyse şimdi bunları düşünmeyelim...

...kızlar genelde bilgisayar oyunu sevmez ya. böyle bi asosyallik sembolü olarak görürler bütün oyunları falan. erkeklere yükledikleri "beyinsiz" sıfatının kanıtı olarak göstermeye bayılırlar hani. işte bu tabuyu yıkan yegane oyun guitar hero'dur. bir tane kız görmedim şu dünyada, bu oyunun çekimine kapılmayan. başlarda yine o vakur duruşlarını gösterip "amaan bu ne ya bilgisayar mı oynıcaz yani?" diye saldırır çoğu. ama bir nothing else matters izlemeye bakar vallahi iş. o saldırılar hemen "aa ne güzelmiş ya.. nası çalıyoruz şimdi?"ye dönüşür. çünkü oyun öyle bi oyun ki sevgili okur, her kesimden insanı etkisi altına alabiliyor. arkasında amerika var diyolar ama ben inanmıyorum, bence israil'in oyunu bunlar. oynarken kafadan hep "ulan ne deli çaldım ya.. ben bir rockstar'ım, i rock!" düşüncesi geçiyor çünkü. "bu şarkıyı ben çalıyorum ulan! ben yaptım bunu!" diyoruz doğru düzgün çalamadığımız fade to black solosunda bile. bizlere bu zevki tattıran ömer ve coşkun abilere selamlar ederim burdan.

guitar hero'da michael jackson'ın beat it şarkısının yer almasının, onun ölümünden önce gerçekleşmiş olması da ironik diil mi sizce? sanki böyle imza bırakmış gibi. o diil de ne çok ironik şey varmış dünyada. mütemadiyen ironuyorum...

birazdan yazacağım şeyler bazı insanları rahatsız edebilir. çocuklarınızı ekrandan uzak tutunuz!..

...bunu bi arkadaşla tartışmıştık, cevap bulamamıştık. burda da tartışmak istiyorum. sevgili okur sorarım sana.. aynı anlamı karşılamalarına rağmen, bok kelimesi bir küfür sayılırken, dışkı kelimesi neden herhangi bir ağız kapama efektiyle karşılaşmıyor? tarihte şöyle bi olay mı gelişmiş ki?:

-evet, toplantımız başlıyor aziz tdk üyeleri. bugünkü konumuz bok kelimesinin argo kapsamına alınıp alınmayacağı. bok kelimesinin argo kapsamına alınmasını kabul edenler?.. reddedenler?.. kabul edilmiştir.
+yerine başka bişi bulmamız lazım şimdi ama sayın başkan.
-haklısınız sayın üye. önerisi olan?
+bence dışkı diyelim. hem terminolojik açıdan incelendiğinde sorun çıkarmaz gibi geliyor.
-kabul edenler?.. reddedenler?.. kabul edilmiştir. teşekkürler.

bu ne lan. diyeceğim o ki; kim karar vermiş buna yani? ilk kim rahatsız olmuş o kelimeden? niye argo sayılmış ki yani? çok saçma lan...

eveet, sana iki büyük çıldırtmalı, alengirli soru bıraktım ve gidiyorum sevgili okur. bunların cevabını arayıp arayıp kendini harap etme. hadi gittim ben. teyk keyr.

15 Şubat 2010 Pazartesi

coşkulu hezeyan..

prerequisite: "işbu yazı kişisel bir hezeyanın sonucudur. arkasında art niyet aranmamalıdır. mor ve ötesi adlı grubu sevmeyenlere önerim şudur ki: çok ayıp ediyosunuz, sevin. yazı genel olarak ciddi öğeler içermekle beraber, hayatında mor ve ötesi dinlememiş olanlara bir anlam ifade etmeyebilir."

dostlar, dün gece bir konsere gittim ki anlatamam. ama yok anlatıyım. bakalım anlatabilcek miyim? neyse bu kadar sululuk yeter. dün gece mor ve ötesi (ne kadar "bold" yazsam da istediğim vurguyu yapamam şu söz öbeğine) gelmiş idi, akustik akustik. ve ben son güne kadar "ulan adamları yine izleyemicem yaa!.." diye hayıflanırken, bir arkadaşım elinde fazla bilet olduğunu söyledi. saldırdım tabi anında. şu ülkede en sevdiğim gruptur kendisi zira. ve hiç konserine gidememiş olmanın verdiği bir gaz da vardı tabi.

"gelecekler, yüzlerinde cam gibi bir büyük öfke.."

neyse efenim, gittik konser mekanına, güzel insanlarla. mekana gitmeden önce "aabii sevgililer günü olduğu içün orası öyle kalabalık olcak ki, hiç tat alamayacaksınız." diyenleri pişman edercesine muhteşem bir yer bulduk. (sahnenin 2 metre kadar önü. hehe. böyle de pis hava atarım.) konser başlamadan önce çalınan şarkılar o kadar alakasızdı ki, gelecek olan grupla, dans etmekten kendimizi alamadık. bu arada bir arkadaşı gördüm. (adı feyza olur.) (buranın tagi de bu kadar oluyo feyza napim. kusura bakmazsın artık.) "gördün de noldu yani?" diyebilirsiniz, şu oldu: birbirimizi hiç duyamadık, yüksek sesli müzik yüzünden, saçma sapan cevaplar verdik birbirimize. adeta how i met your mother'dan bir sahne canlandırır gibi hissettik kendimizi. çok komikti ama ya. böyle anlatınca bi tuhaf oldu da, komikti yani. neyse.

"aç şu kalbini söyle, hayatın gerçek mi??"

türlü dansların, şakaların sonrasında bir de baktık geldiler sahneye: harun, kerem, kerem ve burak olmak üzere. harun denen adam, ki solist olur, televizyondakinden daha karizma bi adammış, onu öğrendik. ve az çok'la başladı o muhteşem 2 saat, o nası geçtiğini bilemediğimiz. ben tabi büyük hayranlık ve ilk defa mor ve ötesi görmenin verdiği görmemişlikle her şarkıdan sonra "BRRAAVOOOOOO!!" diye bağırmadan duramadım.

"gel sen de kopar bir parça, tozum bile kalmasın.."

şarkılar türküler derken, harun konuştu: "bu son şarkımız, hepinize teşekkür ediyoruz geldiğiniz için, muhteşemdiniz." aslında herkes biliyordu bunun son olmayacağını. dinledik büyük düşler'i. çıkıp gittiler, içimizi bir korku sardı "hayat'ı söylemeyecekler mi yani şimdi?" diye. söylemez olurlar mı, geri dönüp söylediler elbet.

"ve hayat, ki canına tak etmişti, "sus!" dedi artık.."

konseri darbe'yle bitirdiler. ve ben son ve en sağlam "BRAAVVOOOO!!"mu yolladım alkışların arasından. öyle muhteşemdi, öyle iyiydi ki anlatamadım işte sevgili okur. şebnem ferah alınmasın ama, benim gördüğüm en iyi konser buydu. en iyisi! bunu da yazayım istedim. tamamını okuduysan sağ ol, sevgili okur. okumadıysan bunu görmiceksin büyük ihtimal: naber? iyi misin?.. neyse hadi sululaştım yine. yeni kons.. öhöm.. yeni yazılarla karşınızda olmaya çalışıcam. lav yu.

"iyi ki varsın, iyi ki yokum.."

11 Şubat 2010 Perşembe

sanalizasyon..

merhaba. (hello.) lütfen oturun, konferansımız başlamak üzere. (please have a seat, the conference is about to begin.) tamam bişi itiraf etcem sonra başlıcam. pre-faculty oldum lan! yaşasın! bunu bir hava atma çabası olarak görmeyin. sonuçta pre-fac olmak okulu 2 sene önce bitireceğim anlamına falan gelmiyo. neyse. ı ıhm, hadi bakalım.

son yıllarda, dünyamız global bir "sosyal paylaşım sitesi" akınına uğruyor. peki nedir bir sosyal paylaşım sitesi?.. yaa biliyosunuz işte uğraştırmayın beni, facebook twitter falan. hem ben niye böyle ortaokul kompozisyonu gibi başladıysam.. neyse diyeceğim o ki, bu sosyal paylaşım sitelerinden ben de payımı aldım yeterince. gitgide büyüyor bir de buuu.. sektör.. ilk önce facebook geldi, dediler ki "yeaa bi tane site varmış ilkokul arkadaşlarını buluyomuşsun, süper oluyomuş.." bir heves girdik baktık, ulan hakkaten herkes orda. baktık fotoğraf falan da konuluyo, doldurduk piksel piksel. milletin fotoğraflarına baktık "bakalım serpilmiş mi? tipi değişmiş mi lan acaba?" gibi düşüncelerle. "ilkokul buluşmaları" açtık, eventler düzenledik... giderek gelişti site, video hizmeti eklendi. iki gün önce ilkokuldaki arkadaşlarının resimleri altına "cnm çok güzelleşmişsin. ne ara buyudk biz? :((((((( bi ara bulusalm ok? :))))))))))))))))" diye yorumlar yazan bizler, artık sadece video paylaşıyorduk.

günleer aylar geçti, "blog" denen bu amatör yazarlık şeysiyle tanıştık.. tanıştım.. benden önce tanışanlar vardı tabii haliyle. neyse. blog hepsinden farklıydı. bi kere burda yazı yazıyorduk yaa. yazı. yıllarca ekşi sözlük'te çaylak onay sırası bekliyip klavyesini eriten ben, artık kendimi başka platformlarda kanıtlayabilecektim. ama durum pek de öyle olmadı. bir hışımla girdiğim bu platform, benden beklediği performansı alamadı. tembellik yapıyordum adeta. niye yazmadığım sorulduğunda "abi ilham gelmiyor yeaa.." diye başımdan attım insanları. evet, kendimle yüzleşiyorum sevgili okur. bu bir itiraftır. başımdan savdığım herkesten özür diliyorum. herkesten ama bak. "ama artık öyle olmıcak.." diye de bi söz vermek istemiyorum. yarın öbür gün okul başladığında yazamazsam "verdiğin sözü tutmadın, sen bir hainsin!" diye saldırmayın orta çağlılar gibi.

eveet, gelelim formspring'e. bu akımla yeni tanıştım aslında. bir ay falan oluyo daha. bunun da olayı şu: bi tane hesap açıyosun sitede, sonra insanlar gelip ister anonim olarak, ister rumuzlarıyla soru soruyorlar sana. istedikleri konuda, istedikleri tarzda. sonra sen de ister şakalı, ister ciddi cevap veriyosun. bu. çok zevkli ama var ya. bi görsen nası tatlı.

bir de tabii twitter var ki, değinmeden olmaz. bunda da yaptığın şeyi yazıyosun siteye. şakası yok pek. ortalığı kasıp kavuruyodu bi ara. herkes twitter hesabı alıyodu falan. bütün televizyon programları "bize twitter'dan da ulaşabilirsiniz! işte adresimiz: twitter.com/ntvspor" diye reklam yapıyolardı falan. geçenlerde de bana çok sevdiğim bir insandan twitter davetiyesi geldi. "e artık girmek şart oldu." diye girdim ben de. zevkli gibi gözüküyo o da. ama formspring'in yerini tutmaz. (ntvspor spikeri ersin düzen'i ekledim orda, adam inanılmaz bilgiler veriyo, az önce boris becker'in oğlunun adını, saç rengini falan yazdı, ağzım açık kaldı.)

yaa işte böyle sevgili okur. bir sanal rüzgarın içinde bir o yana bir bu yana sallanısallanıveriyoruz. bu yazı ne bir özeleştiri, ne de bir eleştiridir. reklam amaçlı yazıldığını sananlara sesleniyorum: muhteşem bir öngörüye sahipsiniz.. bunları reklam yapacak kadar da boş bi adamım napıcan sevgili okur. sen bunlara gir ki benim repütasyonum artsın dii mi ama. hadi öptüm. sii ya.

7 Şubat 2010 Pazar

narıdlaç..

"hi hi hi there."

evet, a clockwork orange'a selamı çaktıktan sonra yazıya başlayabilirim. plansız başlıyorum gerçi, allah sonumuzu hayır etsin.

...milleti bir "blogumun 1. yılı" heyecanı sarmış durumda. bi baktım, benim blog da 1 yaşını doldurmuş. "enee.." dedim, "ne çabuk büyüdün len.. heheh". yalnız bu 1 yılda diren 105, daçe 303 tane yazı yazmışken ben sadece 30 (yazıyla otuz) yazı yazarak kendime ait tembellik rekorunu 3.56 saniye geliştirdim. şimdi sen saldırcan burdan gazı alıp "evet abi, yazmıyosun, tembelsin işte" diye çemkiriceksin bana ama bi dur, bi soluklan. aklıma yazacak bişi gelmiyodu arkadaşım ne yapayım? adamlar üretken, ben diilim. saldırma bunun için bana. litfen ama...

...reklamlar yaratıcı olduklarında çok güzel şeyler aslında. tamam onlar olmasa kapitalizm diye bişi zor olur, tamam onlar dizinin, filmin içine ediyolar, ama sorarım size hanginiz hayatınızda kötü bir araba reklamı gördünüz? ben hiç görmedim. izlediğim bütün araba reklamları mükemmel. ince ince espriler, "biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu!" gibi iğneleyici, "driven by the future" gibi karizmatik sloganlar... bi de bu ara, feysbukta dolaşan bi reklam var: eti gofreti. feysbuk sayesinde yeniden hatırladığımız bu reklam kampanyasında "bitter çikolatalı eti gofreti'nin kulakçıklarını kesip saklayın...bi gün lazım olur!!" gibi komik, şakalı cümleler yer almakta. çocukluğuma döndüm sayesinde. muhteşem ya. diyeceğim odur ki: reklamların hepsi böyle olsun, zaping diye bişi kalmaz şu ülkede. yetkililere burdan şeyapıyorum...

...dün pınar'la konuşuyoruz. (ah keşke onun da blogu olsaydı da linki çaksaydım şurda.) muhabbet arasında aklıma geldi, telefonunu istedim pınar'ın. verdi o da, ben de çaldırdım ki numaramı kaydetsin. biz gençler arasında böyle bişi var işte neyse, buralar önemsiz detaylar. dedim ki çaldırdıktan sonra: "çaldıran bendim.." bunu der demez kafada bir ampul yandı, "oha.." dedim pınar'a, "tarihte çaldıran savaşı diye savaş olmasına ne diyosun peki?" güldük, eğlendik. o da bunu bloga yazmam önerisinde bulundu. yazdım ben de. (yazdım da noldu? şimdi daha mı iyi oldu yani pinark? sorarım.. hehe, şaka.)...

benim anektodum da bu kadar, napıcan sevgili okur. çaldıran savaşı varmış da, o da onu çaldırmış da bilmem ne. amaan. bu ne biçim hikaye lan.

hadi bitirdim tamam, esnemeyin daha fazla. evdekilere selamlar.

4 Şubat 2010 Perşembe

goygoygoygoygoy..

günün anlam ve önemine uygun yazı yazayım istiyorum bugün. yanlarında olamadım bari içimi dökeyim istiyorum.

insanlar 52 gündür bir hak arayışı içinde. hak arayışı da diil aslında, zaten kendilerinin olan hakların ellerinden alınmamasını istiyorlar sadece. memleketini, ailesini bırakıp gelmişler. bu ankara soğuğunda 52 gündür çadırlarda kalıyorlar. 52 gün ya, elli iki gün! tatile çıkmadı bu adamlar, keyiflerinden orada değiller. ama direniyorlar, bırakmıyorlar davalarını. benim içim yanıyor, haberleri her izleyişimde. ama onların umrunda diil. onlar çıkıp diyorlar ki: "bu eyleme destek veren hakkında suç duyurusunda bulunurum. adam olun, akıllı olun." birileri ekşi sözlük'te "3 bin lira maaş, 40 bin lira kıdem tazminatı alıyosunuz, daha ağlıyosunuz ulan! bu ulke cok gordu, kendi saplantilarini tatmin edebilmek icin "halk" adina goygoyculuk yapmaya merakli hergeleleri! hic degilse somut verilerle nasil tartisilacagini ogrenin de, ucuz sloganlardan, beylik ortaokul manifestolarindan ote bir seviye gelsin su ortama." diye yandaşlık yapıyor, hergele diyor, kendi muazzam bilgi seviyesini bizimkilerden üstün görüyor. diğeri çıkıp "1 ay süreniz var, bu bir ayda biz üzerimize düşeni yapıp demokratik duruşumuza devam edeceğiz. ama 1 ay sonra sizi döversek, hiiiç öyle çocuk gibi ağlamak yok, tamam mı?" diyor. bunlara kalsa, maaşımız azalınca bile susup oturmamız gerekiyor. bunlara kalsa, en doğrusunu bilen hep kendileri.

ben sizi anlamıyorum, anlayamıcam. sizin o "ne olursa olsun, başbakanımızın sözünden çıkmamalıyız. o her şeyin en iyisini bilir." mantığınızı anlamıyorum. insanların samsun'dan, van'dan, erzurum'dan gelip sırf haklarını geri almak için sokakta yatmasına "goygoyculuk" demenizi anlamıyorum. bu yaptığınız vicdansızlıktan başka bişi diil benim gözümde. "bakın şeker fabrikalarını falan da özelleştiriyoruz, onlar seslerini çıkarıyor mu?" diye sormanızın tamamen bir dalga geçme çabası, tamamen bir hergelelik olduğunu düşünüyorum. kusura bakmayın. böyle düşünmekten vazgeçmemi sağlayacak hiçbir şey yapmadınız. gözümde şu dünyadaki en acımasız, en vicdansız yönetimsiniz. yandaşlarınıza "bunlar hava civa" diye gaz verebilirsiniz, meclis başkan vekilinin odasını basıp "akıllı ol!" mesajı vermeye çalışabilirsiniz, kendi genel başkanınıza peygamber diyip savunucusu olduğunuzu iddia ettiğiniz dine bile ters düşebilirsiniz ama yok, benim sizin hakkınızdaki fikirlerimi değiştirecek şeyler bunlar değil. "sen kimsin ki yani?" diye sorabilirsiniz, haklısınız, ben kimim ki, "halk" adına goygoyculuk yapmaya meraklı hergelenin teki!