11 Mart 2010 Perşembe

geç olsun güç olmasın

selamlar.. az önce şunu fark ettim ki, yazı yazmaya oturduğumda müzik açık olmazsa pek de güzel eserler veremiyorum. ben de gittim metallica'dan so what'ı açtım.. şimdi bana diyebilirsin "so f**king what?" diye. de. bişi demicem.

kafamda 2 gündür oscar için bişiler yazma projesi var ama yine bu 2 gündür doğru düzgün eve uğramadığımdan, daçe gibi de fizik labı müdavimi olmadığımdan yazamadım yazıyı. bugüne kısmetmiş. haydi hayırlısı.

efenim geçen pazar, bildiğiniz üzere, 82. oscar ödülleri töreni gecesi var idi. pazar günü uyumadan izlemeyi düşünüyodum fekat, yapamadım. uyudum yani. ama sonra gecenin 4'ünde tuvalete kalktım. (neler anlatıyorum lan ben böyle?!) sonra aklıma geldi. "enee oscar var 'ya la' " dedim. koştum açtım televizyonu. baktım kıytırık ödüller veriliyo daha. içim bi rahatladı. en iyi erkek'i falan kaçırmamıştım zira.

tören sabah 7'ye (TSİ) kadar sürdü. ve ben bu 3 saat boyunca "allaam nolur avatar cortlasın.. nolur en iyi film ödülünü alamasın.." şeklinde dualar ettim, dileklerde bulundum. tabii bu arada diğer ödüller dağıtılıyodu..

en iyi yardımcı kadın: Mo'nique (Precious)
en iyi yardımcı erkek: CHRISTOPH WALTZ (INGLOURIOUS BASTERDS) (iki yıldır şu ödülü istediğim adamlar alıyo ya, en iyi film isterse seneye avatarın olsun, umrumda diil. ayrıca bu film izlenmediyse hala, izlenmeli. sırf şu adamın oyunculuğu için bile yani. o derece acayip.)
en iyi kadın: Sandra Bullock (The Blind Side)
en iyi erkek: Jeff Bridges (Crazy Heart) (The Big Lebowski'den hatırlayabilirsiniz. belki.)
en iyi uyarlama senaryo: Precious (Based on the novel written by Sapphire) (copy paste diil, alın teri)
en iyi senaryo: The Hurt Locker
en iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)
en iyi film: The Hurt Locker

şimdi efenim. ödülleri gördünüz. şu büyük ödüllerin arasında bir tane bile Avatar yazmıyo ya. o yetti bana işte. fekat, The Hurt Locker'a da sütten çıkmış ak kaşık diil diyolar. bilemedim. ama James Cameron'a iyi oldu. milyonlarca dolar parayı sırf görsel efekte basarsan, senaryoyu, oyunculukları bu kadar başından savarsan böyle olur. ha sen şimdi dicen ki, sevgili okur, "adam parasını kazandı, oscar'ı napıcak?". öyle diil işte. o filmin DVD'si çıktığında üstünde "en iyi film oscarı dahil 563 ödül" yazmıcak ya. bitti.

içimi acıtan bişi var şu ödüller hakkında. bu filmlerin büyük bi yüzdesini biz izleyememiş oluyoruz türkiye'de. sonra ekşi sözlük'ten falan bakıp "bu film amerikan propagandasıymış aabi ya" diye geziyoruz. diyeceğim o ki, şu yazıyı okuyan bir özenfilm, bir Pinema, bir dağıtıcı şirket elemanı falan varsa, şu filmleri biraz daha çabuk dağıtın da oscarlar hakkında daha iyi fikir sahibi olalım. di mi ama?

şu son paragrafta bir Inglourious Basterds'a, bir Quentin Tarantino'ya, bir Christoph Waltz'a övgü vermezsem içim rahat etmez. Quentin Tarantino'nun 3 filmini izledim, hepsi de muhteşem filmler. ve adamın tarzı çok acayip. uzun uzun diyaloglar, mükemmel oyunculuklar, bikaç farklı hikayenin birleşip muhteşem bir senaryo ortaya çıkarması gibi özellikleri var hepsinin. şu dünyada hayran kaldığım yönetmenlerden biri Christopher Nolan'sa, diğeri bu adamdır kesinlikle. Inglourious Basterds'ta da yine farklı hikayelerin birleşmesi, uzun diyaloglar gibi özellikleri görüyoruz. bunun üstüne bir de Brad Pitt, Eli Roth, Christoph Waltz gibi oyuncuların performansı eklenince film, benim için yılın en iyi filmi ödülünü almış oluyor. kimse kusura bakmasın. hele Christoph ya. nası bişisin sen öyle Chris? adam filmi 4 dilde (*italyanca, almanca, fransızca, ingilizce) oynuyor. ve şerrefsiz nazi subayı öbeğinin hakkını öyle bi veriyor ki oscarı kapıyor. oh, rahatladım.

evet sevgili okur, biraz uzun bi yazı oldu sanırım. kusura bakma sıktıysam. ben de böyle manyak bi adamım. tanımadığım adamların arkasından atıp tutuyorum, yine tanımadığım adamlara hayranlığımı bildiriyorum falan. neyse, affet beni. yeni yazılarda görüşmek üzere. sii ya.

not: rtük bloglara da bakmıyo di mi, gizli reklam var diye?

4 Mart 2010 Perşembe

farklı ol, imkansızı iste..

(bu söz öyle diildi lan sanki.. neyse du bakalım)

dün yorgunluktan yazamadım, bugün yazıcam. gecikme için özür dilerim. (-aman bi umrumuzdaydı ki caner, sorma..) efenim, dünkü kampus gelişim günleri maceramı anlatmak istiyorum size. izninizle.

okulda 3 gündür kampus gelişim günleri adı altında çeşitli seviyesiz, terbiyesiz (şaka lan atarlanmayın hemen) etkinlikler düzenlenmekte. vay efendim gürgen öz söyleşisi, yok efendim turkcell ile mutlu iletişimler, vay efendim 1 kadın 1 erkek söyleşisi falan gibi. önümüzdeki yıldan itibaren okumaya başlayacağım bölüm gereği ben pek ilgi duymuyordum bu etkinliklere. zira, daha çok mühendislere, iktisatçılara falan hitap ediyo böyle şeyler. neyse, arkadaşların zoruyla gittik turkcell seminerine. seminerdeki, insan kaynakları müdürü müdür nedir, kadın hep aynı şeyleri söyleyip durdu. bir tek "farklı olun, yaptığınız işi sevin.." dedi. farklı ol, farklı ol, farklı, fark.. şeklinde uzayıp giden pavırpoyint sunumları sıraladı falan. "biz bi tek müşterilerimizi düşünürüz. bizim için en önemli şey müşteridir." diye yalanlar söyledi. canlar sıkıldı tabi haliyle. ha bi de kadın sürekli ingilizce kelimeler karıştırıp duruyodu konuşmasının arasına, sabır taşırdı hafif. çıktık biz de sunumun sonuna doğru. "ulan ben biyolog olucam burda ne işim var?" diye de düşünmeden edemedim, konuşmanın bazı bölümlerinde.

bu sunumdan çıkıp "oyun teknolojileri" adlı diğer bir sunuma girdik, sevgili okur. onda da bir "ee"leyen adam vakasıyla karşılaştık. ilk bikaç dakkayı atlatınca o da sakinleşti tabi. heyecan yaptı abisi başlarda, napsın. bu sunum turkcell'in kötü yalanlarıyla dolu diğerinden çok daha iyiydi haliyle. kızların çoğu birbirlerine baktılar, "bilizırd ne ya?" şeklinde. bu sunumdan da çıkıp, artık the grande finale'yi yapacağımız salona ilerledik. 1 kadın 1 erkek söyleşisi için.

okuldaki çoğu topluluk böyle etkinlikler sonrası biraz tanıtım, biraz da çerez amaçlı ünlü söyleşisi falan gibi şeylerle çeşitli atraksiyonlara girişiyolar. ay tıripıl i de 1 kadın 1 erkek'i seçmiş etkinliğin son gününde. iyi güzel de, böyle ilgi çeken konuk getirdin mi organizasyon falan yalan oluyo haliyle. misal, önce diyosun ki "bu seminerden sonra salon boşaltılcak, daha sonra tekrar sıraya girip 1 kadın 1 erkek söyleşisine girebilirsiniz arkadaşlar.", sonra binlerce insan kapıya yığılınca "bu seminer uzadı, kusura bakmayın, biraz daha bekliceksiniz. ehe ehe." diyosun. e biz de ayakta 2 saat beklediğimizle kalıyoruz. üstelik söyleşiyi de oturacak yer olmadan izliyoruz. demet evgar'dır, emre karayel'dir tamam ama, bizimki de bünye arkadaş. 3 saat aralıksız ayakta durunca bu bel kopuyor. yapacak bişi kalmıyor. sinirden, yorgunluktan demet evgar'ı bile görmez oluyor bu gözler. neyse, bi daha olmasın.

to sum up, (özetlemek gerekir ise) turkcell semineri izleyen bir geleceğin biyoloğu ve bir çift renkli göz, hafif kızıl saç için 3 saat ayakta dikilen biri olarak şunu söyleyebilirim ki, gelişemedim ben. yine de, demet iyiydi yani. seneye daha iyi bişi bekliyorum, ona göre aytıripıli. bu da böyle naçizane bi eleştiriydi, küsmece-darılmaca yok. hadi caner kaçar.