27 Şubat 2009 Cuma

"do you know where these (o)scars come from?"

geçtiğimiz pazartesi gecesi oscar ödülleri dağıtıldı bilindiği gibi. fakat ben bir öss genci olduğumdan, hemen bloguma aktaramadım düşüncelerimi. gerçi töreni izleyemedim ama ödüller hakkında birkaç yorumum olacak naçizane. okumak istemeyenlere sağ üstteki kırmızı butonu öneririm. sonra sorun olmasın.

tehditimi de aktardıktan sonra başlayayım artık. evet, en iyi film oscar'ı slumdog millionaire'e gitmiş. filmi izlemedim ama benjamin button da iyiydi yani şimdi. beni asıl ilgilendiren "en iyi yardımcı erkek oyuncu" ve "en iyi animasyon" ödülleriydi, ki ikisinde de tahmin ettiklerim ödülü aldı. heath ledger, the dark knight'taki the joker rolüyle en iyi 'yardımcı' erkek oyuncu ödülünü aldı. adam gayet de 'usta' erkek oyuncu gibi oynamıştı halbuki. dudağını yalaması, yaraları her seferinde farklı anlatması, ses tonu, mimikleri, daha saymaya üşendiğim her türlü özelliğiyle sonuna kadar hak etti bu ödülü. yaşıyor olsaydı da ödülü vermeleri gerekirdi ayrıca, böyle bi tartışmaya girmek bile anlamsız. en iyi animasyon ödülünü de wall-e aldı. o da bir insanı ağlatabilecek tek animasyon olma özelliğiyle hak etmişti bence bu ödülü. ben ağlamadım, korkmayın hemen. ama kötü oldum yani.

the joker.. gelmiş geçmiş en iyi kötü adam. heath ledger'ın müthiş performansıyla can buldu. o bize "why so serious?" diyerek her daim ciddi olmamayı, "let's put a smile on that face!" diyerek zorla da olsa gülmeyi, "i'm a man of my word.." diyerek sözünün eri olmayı, "very poor choice of words.." diyerek sözlerimize dikkat etmeyi, "we're tonight's entertainment." diyerek sıkıcı sosyete davetlerinin eğlenceli olabileceğini öğretti.

wall-e.. koca dünyada tek başına kalan temizlik robotu. konuşabildiği iki kelime olan "vool ii" ve "iiiiiva!" ile bizlere robotların duygusuz varlıklar olmadığını gösterdi. animasyonların bile ağlatabileceğini, onların çocuk filmleri olmadığını öğretti.

ikisi de oscar'ı hak ettiler, unutulmayacaklar! en azından ben unutmam. çünkü biri hayatımda izlediğim en iyi animasyon film, diğeri en iyi 'yardımcı' erkek oyuncu. yazımı bitirmeden, kate winslet'i de çok sevdiğimi belirtir, başarılarının devamını dilerim. (karneye yazılan yazılar gibi olmadı mı sizce de?) yaşasın film izlemek! bir sonraki sıkıcı ve saçma yazımda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın. hatta kib. (iki nokta üst üste D)

21 Şubat 2009 Cumartesi

insanlıktan çıkmaktayız..

bu sayfada ben olabildiğince içimi dökmeye, kendimi bir nebze de olsa rahatlatmaya çalışıyorum. elimden geldiğince eğlenceli olmaya, okuyanları sıkmamaya çalışıyorum. ama bugün "yemekteyiz" adlı programdan bahsedeceğim. çünkü bu konu da içimi sıkıyor, bunaltıyor beni. birilerine anlatmazsam rahatlamayacağım.

dün gece kanallar arasında dolaşırken, amiyane tabirle zap yaparken yemekteyiz'e rastladım. zaten akşam 4'ten sonra ya yemekteyiz oluyor show tv'de, ya da var mısın yok musun. iyice "bez bebek" oldu bunlar. neyse, program bildiğiniz gibi 5 kişinin bi araya toplanıp yemek yemesi üzerine. dünkü bölümde de 5 kişi toplanmış bunlar, bir teknede yemek yiyorlardı. evet, tekne. "ev sahibi" hanımefendi kendi evini beğenmemiş olacak, teknesinde ağırlamak istemiş konuklarını. ya da belki de teknede yaşıyordur değil mi? o da olabilir. ya da belki mağarada yaşıyordur, mağarasından utandığı için tekneye çağırmıştır insanları. bunlar çeşitli senaryolar, hangisi doğru bilemem. ama bu programı izleyen insanların büyük çoğunluğu orta halli insanlarken, parasını bu insanların gözüne sokmak isteyenlerin bu ülkede yaşamasını istemiyorum ben. bir de garson tutmuş hanımımız, servisi o adama yaptırıyor. kalkıp iki tane tabak getirse asaletinin(!) yerle bir olacağını düşünüyor herhalde. böyle insanları televizyona çıkarıp adam yerine koyan show tv'ye de bir teşekkürü borç bilirim.

gözümüze soktuğunuz paraların yön değiştirip şimdi adını anamayacağım bir yerinize girmesini temenni eder, teknenizden öperim.

12 Şubat 2009 Perşembe

maksat muhabbet..

ben bu blogu 10 günde bir yazı yazayım diye açmadım elbette; fakat bu dershane denen 'kavram' (kitlesel başarıda 1 numara) insanda yazı yazacak ilham ve satır aralarına sıkıştıracak espri bırakmadığından yazmaya cesaret edemedim. sayfa boş kalmasın diye giriştiğim bu yazı bi şeye benzemezse affınıza sığınacağım. diğer yazılara gelen olumlu eleştiriler bu gazı almamda büyük bir etken tabii ki. buraya zaman ayırıp okuyan, ardından da "güzel ve içten olmuş." gibi yorumlarda bulunan herkese teşekkür ediyorum. ayrıca neden bu kadar uzun cümleler kurduğumu ben de bilmiyorum.

bu dershane denen kavram öyle bir şey ki dostlar, yılda bir kez düzenlenen NBA All-Star adlı şahane eğlenceyi izlettirmez insana. hayko cepkin gibi muhteşem bir adam gelir de şehrine her ay, gidemezsin arkadaşlarını yanına alıp. "canım sıkılıyo ya, bi film açayım da izleyeyim." dersin, "senin dersin yok mu len?" diye dürter beynini. "bari müzik dinleyeyim?" dersin, "olmaz, fizikten ödev var." der. ama inat ettim, bu sene son. "bir daha da gelmem dershaneye!". hayatımın en güzel 2 yılını aldı benden vicdansız! utanmaz!

hayko cepkin (hayko cepkin'le paragraf başlamaz ama neyse.. iki nokta üst üste p) demişken, bilen bilir ben bundan 1-2 yıl öncesine kadar kendisini hiç hazetmezdim. sırf böğürüyor.. yok böğürüyor olmaz.. sırf yüzüklerin efendisindeki orc'lar gibi şarkı söylüyor diye sevmezdim üstelik. meğer nasıl yanılmışım. şarkı sözleri olsun, böğürmesi olsun, insanlığı olsun, her şeyiyle bir numaraymış. kaç kere de geldi ankara'ya, bir türlü gidemedim konserine. kendisinden özür diliyorum vallahi.

(başta da söylediğim gibi bu yazı gelişigüzel yazıldığı için üstteki paragraftan da anlaşıldığı gibi saçma sapan ilerlemektedir. nereye varacak bakalım.)

neyse sevgili dostlar, bugünlük benden bu kadar. (kafiyeye gell..) zamanınızı böyle saçma sapan yazılarla çaldığım için özür dilerim. kaliteyi artırmaya çalışacağım, söz. geçenlerde doğum gününü kutladığımız diren'ime mutlu bir 19. yaş diliyorum ayrıca. hatta bütün hayatı mutlu olsun, tam olsun. bir de bana brutal vokal'i sevdiren mikael akerfeldt'e ve hayko cepkin'e teşekkürlerimi sunarım. (ne kadar gereksiz bir insan oldum ben böyle.) son olarak: hoşça kalın, hepiniz bir numarasınız! ehehe.

3 Şubat 2009 Salı

adsız.txt

ortaokuldan beri kompozisyon derslerini hiç sevmedim. çünkü ben hiçbir yazıma adam akıllı giriş yapamadım. hocalar tutturmasa, giriş-gelişme-sonuç olmak üzere 3 bölümden oluşacak yazınız diye, şu an bir yaşar kemal, bir orhan veli olmuştum belki de. şaka şaka, o kadar da değil. hocaların bu tutumu yüzünden çoğu öğrencinin yazısı "hepimizin bildiği gibi insanlar doğar, büyür ve ölürler." ya da "insanlar sosyal varlıklardır." gibi kalıplarla başlamıştır. benimkiler de hep verilen konuyu tanımlamakla başladı. ama artık bu blog sayesinde özgürüm. istersem sonuçtan başlarım yazmaya, istersem sadece gelişme yazarım. biriniz de çıkıp itiraz ederseniz bu ne biçim yazı diye, "edebiyat hocası mısın sen?" diye çıkışırım haberiniz olsun. bütün bunları nereye bağlayacağımı bilememekle beraber, tehditlerimi ciddiye almamanızı öneririm.

evet, hepimizin bildiği gibi insanlar.. ahah yok yok şaka. ilahi ben.

malumunuz, bu sene ben ikinci kez ÖSS denen belayla başa çıkmak zorundayım. geçen yıl aldığım puanı beğenmemem ve çoğunuzun bildiği ODTÜ takıntım yüzünden bir daha denemek istedim. bu kararımdan pişman olup olmadığımı 14 haziran'da hep beraber göreceğiz sevgili okurlar. ama sanıyorum ki, bu gidişle, geçen senekinden daha iyi bir puan alarak istediğim okulun istediğim bölümüne girebileceğim. sınav günü bi aksilik yaşanmazsa. kendime bu kadar çok güvenmesem, zaten şu an burada oturup bu sayfaya yazı yazıyor olmam. bunu söylemek bile bi suçluluk duygusu uyandırıyor. "bugün de ders çalışmadım yaa off." diye. saat daha 11.35 gerçi. sonra çalışırım. söz. valla. söz.

ODTÜ takıntım yüzünden, bana "salaksın, gerizekalısın, beyinsizsin.." diyenler oldu. beni anlayamadılar, anlam veremediler, çünkü onlar için ODTÜ sadece bir okul. benim içinse "bir yaşam biçimi". ahah yok yaşam biçimi olmasa da, bir efsane olduğu aşikar. o nedenle ben bir daha bu riski alıp bu lanet olası sınava giriyorum. inanıyorum, yapacağım. finalle çalışmamış olsam da, kazanacağım! yine de bir düşünürün dediği gibi: "nasip kısmet bu işler, canerim.."

bu yazımda sizlere kâh şakalar yaparak, kâh ciddi olarak başımdaki en büyük belayı, kıyısından da olsa anlattım. hepsini birden anlatıp tadını kaçırmak istemiyorum. ama bana sonra demeyin "iyi ki bi ÖSS'ye gircen, her gün aynı şeylerden bahsediyosun.." diye. neyse bitiriyorum hadi. başınızı ağrıttım, kusura bakmayın. yine de zahmet edip okuduğunuz için teşekkürler. kendinize iyi bakın. "si yu on törzdey.."

yeni başlayanlar için blog

blogun adından da anlaşılacağı gibi bu sayfa bir hışımla oluşturulmuştur. birkaç güne, olmadı birkaç haftaya sıkılıp bırakmadan önce, türlü türlü yazılarla içimi dökmeye çalışacağım. iç dökmek dediğim de, günlük olaylar falan olur en fazla.. o nedenle çok heyecanlanmayın.

neyse (neyse ile paragraf başlamaz ama neyse..) lafı uzatmadan "görünen ad"ımın neden dzgndrtyzl olduğuna gelelim. çoğunuzun bildiği gibi sanal ortamda düzgündörtyüzlü 'rumuz'unu kullanmaktayım. bir gün yine bir torrent (torrent nedir bilmeyenler kusura bakmasın) sitesine üye olurken kullanayım rumuzumu istedim, fakat site uyuzluk edip bu rumuzun başkası tarafından parsellendiğini bildirdi. ben de dedim ki "neden marjinal olmuyorum?".. atıverdim kelimedeki ünlü harfleri ve ortaya bu çıktı. sonra, burada da kıllık yapmasın sitemiz diye direk bunu yazıverdim. vay anasına. çok da ilginçmiş, değil mi? hatta hayatınızda gördüğünüz en tuhaf "nick" hikayesi. çok fena çok.

yahu böyle bi hışımla başlayınca da aklına hikaye gelmiyor insanın. zaten saat olmuş 00.17. zaten ıssız adam'ı daha yeni izlemişim, kafam bulanık. kusura bakmayasınız sevgili okurlar. ya da sadece okur. ayrıca merak etmeyesiniz, devamı gelecek. hiç olmadı iki öss anısı anlatırım, olur biter. yazımı bitirmeden önce, bu blogu açmamda bana olağanüstü gaz veren diren'ime büyük bir "teşekkürü borç bilirim." ve kaçınılmaz son: bitti.

.