16 Aralık 2009 Çarşamba

yüzüçnoktabirhayatınsesiniaç!

daha önce buralarda bahsetmedim ama, bazılarınız biliyo. radyo'da asistan oldum ben. asistan kelimesi kulağa havalı geliyo da şimdi, aslında yaptığım bişi yok. telefon bakıyorum, programda hediye kazananları arıyorum, bi de cepa'ya mail atıyorum bu kadar. işte dün de ilk günümdü radyoda. lafı uzatmadan, ilk günüm nası geçti onu anlatayım istiyorum.

saat 17.00 suları: giriyorum radyoya. ilk gün olduğu içün heyecan var tabi biraz. girer girmez levent'i görüyorum. "aa levent merhaba" demeye kalmadan, "çantanı falan bırak, çabuk sana bi görev vercem" diyo. bırakıyorum çantayı falan. oturuyorum bekliyorum.

17.10 civarı: "görevi yapamıcağımı düşündü heralde.." diye düşünüyorum. oturmaya devam ediyorum. bu arada kadriye abla, telefonu nası açıcağımı, nası stüdyoya bağlıcağımı falan anlatıyo. dediklerini hafızaya kaydedip oturmaya devam ediyorum.

17.30 civarı: levent geliyor, diyor ki: "ya görevi vermekten vazgeçtim, yetiştiremeyiz diye. sıkıldın heralde. birazdan telefonlar başlayınca eğlenirsin merak etme." ben de eki eki gülüyorum, yok önemli diil falan diyip oturmaya devam ediyorum telefonun başında.

17.50 civarı: adeta bir film sahnesindeyim. sevdiğinden telefon bekleyen hüzünlü adam rolü yapar gibi, boş boş oturuyorum telefonun başında. sıkıldım lan!

18.12 civarı: levent arıyor, stüdyodan. tabi ben acemi olduğumdan stüdyodan aradığını kestiremiyorum "radyo odtü!" diye açıyorum telefonu. "stüdyodan arıyorum.." diyor, "birazdan başlıyoruz. kadriye abla'nın dediklerini uygulıcaksın." kendimi hazırlıyorum kaçınılmaza. derin nefesler alıyorum, sakinleşmeye çalışıyorum. "ya bi aksilik çıkarsa?"

18.20 civarı: programdaki yarışmanın başladığı anons ediliyor. yarışmanın sorusu: "dünyanın 8. harikası sizce nedir?".. bir dakika geçmeden telefon çalıyor, trak! diye açıyorum, "radyo odtü!" sesi inletiyor radyonun içini, kendime güvenim tam, sesim titremiyor, telefondakinin numarasını, adını alıyorum, stüdyoya bağlamakta ufak bi sorun çıksa da hallediyorum. ilk telefon bağlantımı gerçekleştirdim işte! işte bu!..

18.26:32 civarı: telefonlar ard arda geliyor, bi tanesini kapatıyorum, öbürü çalıyor. bu arada biri arıyor. heyecanlı bi şekilde "sekizinci harikayı söyliim miiiğ?" diyor, "yok," diyorum olmaz, "stüdyoya bağlamam lazım." "yok, yok stüdyoya bağlama yaa ehehayaehashdashdahsdbzhcaha.." diyor, "neyse ben konuşamıcam" diyip kapatıyor. hakkaten eğlenceliymiş bu iş diye düşünmeden edemiyorum.

18.43 civarı: artık son telefonu alacağımızı anons ediyor levent radyodan. mesajı alıyorum hemen. "tamam," diyorum "bu son.. valla bi daha yapmıcam.." son telefonumu da bağlıyorum, fakat o da nesi.. bağladığım dinleyici hattan düşüyor. rezil oluyoruz radyocak, 70 milyona.. neyse ki adam hemen arıyor tekrar da bi aksilik yaşanmadan muhabbetini edebiliyor bu sefer. telefon bakma işi bitiyor bu dinleyiciyle. derin bir nefes alıyorum. çok şükür "büyük" bir aksilik yaşanmadan bitti. şimdi sıra geldi yine oturmaya. oturuyorum.

19.35 civarı: oha lan. yaklaşık 1 saat öylece oturdum. bu bir rekor olmalı. arada teknik yayıncı yurdem geldi, lafladık falan gerçi. iyi oldu. levent geliyor bu arada yine. diyor ki "hediye kazananları aramanız gerekiyor. işte böyle böyle yapcaksınız böyle böyle olcak." gidiyoruz başka bir telefonun başına. başlıyoruz aramaya. sıra geliyor tır şoförü mustafa bey'e:

-iyi akşamlar, mustafa bey'le mi görüşüyorum.
+evet buyrun.
-mustafa bey, radyo odtü'den arıyorum. az önce işte falan fişman hediye kazandınız.
+ya çok teşekkür ederim valla çok sağ olun.
-hediyenizi 15 gün içinde cepa alışveriş merkezi'ne başvurarak alabilirsiniz.
+yav bu cepa nerede oluyor?
-odtü'yü biliyor musunuz?
+evet.
-işte onun karşısı.
+heaa peki. umarım 15 gün içinde romanya'ya gidip gelmiş olurum da alırım hediyeyi. çok sağ olun tekrar.
-rica ederiz. iyi akşamlar..
+iyi akşamlar.

inşallah...

19.50 civarı: levent programın son anonsunu yapıp geliyor, cepa'ya mail atmayı gösteriyor bana. "çok iyi iş çıkardın, teşekkürler" diyor. eki eki diyorum. radyo'daki ilk günümüz de böylece bitmiş oluyor. vallahi ben eğlendim. güzeldi valla. eheh.

işte dostlar. bir radyo gününün -daha- sonuna geldik. dinlediğiniz için teşekkürler. isteklerinizi beklerim, ikiyüzonotuzotuz. hadi kaçtım ben, görüşürüz.

not: programın adı günlerden bugün. saat 17.00-20.00 arası yayınlanıyor hafta içi.

11 Aralık 2009 Cuma

maddemaddemaddele vol. 4

merhaba. uzun zaman sonra bu kadar kısa arayla yazı yazıyorum kıymetini bilin bence. ilham geldi acayip. şiir falan da döktürebilirim.

...şiir demişken posta gazetesinde yurdumun şairleri diye bir köşe var ki, of yani. böyle sanatsal, böyle şiir gibi (şakacı seni..) köşe görmedim ben. köşede ülkenin dört bir yanından gönderilen muhteşem şiirler yayınlanıyor. şairlerin bazısı serbest çalışıyor, bazısı da "dize sonlarını aynı harflerle bitirirsem şiir olur bundan.." mantığıyla yazıyor şiirleri. çok acayip şeyler var bi gün açıp okuyun, kültür sahibi olun biraz. o değil de, haydar dümen, yurdumun şairleri falan gibi köşelerle nasıl en çok satan gazete oluyor bu posta, anlamış diilim. neyse...

...19 yaşında adamım, şu ana kadar bankalarla, fatura ödeme dışında öyle kayda değer bir ilişkim olmadı. öyle hesap açtırmak, para yatırmak falan bilmem o işleri pek. ama, sırası gelince vezneyi işgal eden, komutası altına alan adamdan tırsarım arkadaş. ne yapıyo o adam o kadar saat? aklım almıyo valla. piyango vurmuş onun parasını mı yatırıyo? hisse senedi mi alıyo? (bankadan) napıyo bu adam, bilen biri açıklasın lütfen...

...banka dedim ya aklıma ne geldi. sırf ziraat bankası'nda mı oluyo bilmiyorum da, 10 tane olması gereken veznenin 3 tanesi çalışıyo ya çıldırıyorum. çalışıyo dediğim de yarım yamalak. birinin veznede işi bitiyo mesela, gidiyo vezneden, maksimum 1 dakka içinde falan sıradakini alması gerekmiyo mu? ama yook, beklicek o, oranın kralı o. iyice bi bekledikten sonra basıcak ki o "sıradaki gelsin" düğmesine tadı çıksın. bak yine sinirlendim ya. terbiyesizler...

bu seferki kısa oldu, kusura bakmayın. tadında bırakmak lazım. hadi gittim ben. kendimize dikkat ediyoruz. hoşça kalın!

...lan o vezneyi işgal eden adam napıyo orda? aklıma takıldı yeminlen. bi açıklayın, sevaptır...


bilgi eki: araştırdım, o veznedeki adam, veznedarın tembel oluşu yüzünden o kadar zaman harcıyomuş orada. o veznedar yüzünden çıldırtıyomuş biz fatura ödeyecek olanları. araştırmacı gazetecilik budur işte!

9 Aralık 2009 Çarşamba

yeniden sizlerle..

artık bişiler yazalım diil mi? buraları boş bırakmayalım. insanlar çemkirmesin yüzümüze. ordan kolay geliyodur sana tabi, "ulan ne var ki yani, ben olsam her gün krallar gibi yazarım.." diyosundur belki de. ama öyle değil işte. burası farklı bi ortam. tabii. sen ne anlıcan. peh. (bu hoş olmayan bir şakadır.)

...hiç büyük noktayla falan uğraşamıcam, kusura bakmayın. bundan sonra böyle...

...çayı sevmeyen insanlar var ya, ne tuhaflar onlar. bana çok ters geliyo arkadaş. yemek yemişsin, göbeğe göbek katmışsın, battı balık yan gider hesabı "çay söylesek ya.." diyosun, ordan bi çay sevmeyen diyo ki: "amaaan çay çok gereksiz bişi bence.." e şimdi ne diyim ki buna ben. ne yapıyım yani. hadi sevmeyeni geçtim. hayatında çay içmemiş bir insanın, bir türk'ün varlığını öğrendim bugün. bahanesi de "merak etmedim abi hiç ne biliyim.." olmuş. kahvaltıda kola içiyomuş adam. ilginç, vallahi çok ilginç. güne geğirerek başlamak da tuhaf olsa gerek...

...hasbro, parker gibi şirketler var ya, oyun yapıyolar hani. tabu olsun, monopoly olsun, trivial pursuit olsun. heh işte bu şirketlerden biri twister diye oyun yapmış zamanında, yıllardır merak ederdim de hiç denk gelmemiştim oyuna. geçenlerde radyo topluluğu'nun kahve içmece, eğlenmece toplantısında kendisiyle tanışma şerefine nail oldum. olmaz olaydım arkadaş.. sol ayağımla sağ elimi gereken yerlerde tutucam diye bacağım koptu, hoş olmayan pozlar verdim. millet güldü arkamdan, rezil oldum. önerim o ki: bir yerde karşılaşırsanız bu oyunla, denemeyin bile, kaçın ondan...

...bazen oturup düşünüyorum "ne saçma ismim var lan diye.." diye.. aslında anlamı falan güzel de, ne bileyim. mesela ben yaşlanınca bana caner amca mı dicekler? ya da daha da yaşlanınca caner dede, caner beyamca, caner the white falan mı dicekler? çok komik diil mi sizce de? bi kendi isminizi düşünün. berkay dede, diren dayı, buket hala.. aşırı ciddiyetsiz...

...yazıyı ciddi bi konuyla kapatmak istiyorum. tokat'ta şehit olan 7 gencin ardından "ülkeyi korumak adına bazı fedakarlıklar gösterilmelidir." tarzı bi açıklama yapan vali de allahından bulsun...

aklıma geldikçe yazcam ben. takipte kalın. akşam akşam bu kadar yeter size. hadi bakim, görüşürüz. kendinize dikkat edin.

7 Kasım 2009 Cumartesi

atar atar

okurlarım! gönül ister ki şurda bir i have a dream havasında yazı yazayım. ben de isterim, her gün her gün yeni bi şeyler bulup yazıyım, okurlarım sevinsin, ben gaza geliyim. ama olmuyor, ne yapalım. beni her gün bu konuda darlamanız yardımcı olmuyor, aksine psikolojik baskı uygulamış oluyosunuz bana. sonra saçma salak yazılar yazıyorum, bu ne lan diyosunuz. ayıp ama. yapmayın böyle, beni üzmeyin. o zaman, şikayetimizi ettikten sonra geçelim yazımıza.

●bence var ya erkan oğur dünyanın en iyi müzisyenlerinden, hatta belki de en iyisi. sen daha düşün "ama michael jackson var, bono var, elton john var.." diye. perdesiz gitarın mucidi bu adam. gitar çalan kime sorsam "oha.." dedi "onu çalmak çok zordur valla." bunun dışında da çalmadığı enstrüman yok nerdeyse. çoğunuz bilmezsiniz, kimdir nedir ama bi dinleseniz adamı hak vericeksiniz bana.

●bir gdo'dur gidiyor arkadaş. yine ortaya kafa karıştıran bi konu attılar ve sustular. millet birbirini yiyo burda zararlıydı, diildi diye. umurlarında diil adamların. sen aşı olcan mı, ben olmıcam diyolar birbirlerine grup toplantılarında. o zaman "i have a dream that one day..." diyoruz. cümleyi başarılı şekilde tamamlayana nobel barış ödülü hediyemizdir.

●nerde bir 53 sayısı görsem, içimi sevinç kaplıyor, bir mutluluk sarıyor her yanımı. rize'nin plaka kodu lan bu diyorum. manyak mıyım neyim, anlamadım ki ben de. alt tarafı plaka işte. peh.

●şehir ve bölge planlama okuyan arkadaşlara, bu işi icra edenlere çağrımdır: şu eskişehir yolu'nu bi düzeltin nolur. 85 (yazıyla seksen beş) şeritli falan yapın da akşam iş çıkışı saatlerinde millet birbirini bıçaklamasın. dün bir trafik ışığında 15 dakika bekledi otobüs bu trafik yüzünden. aklınız alıyo mu? 15 dakika.. okuldan eve yürüsem daha erken giderdim diye hesaplar falan yaptım kafadan. tam uygulamaya koyucaktım, vazgeçtim.

●boyacı amcaların aletleri oluyo ya böyle tuhaf isimli. mala, spatula falan gibi. işte onlardan biri de silistreymiş. burdan da vatan yahut silistre'nin ne kadar tırt isimli bir tiyatro oyunu olduğunu anlıyoruz. vatan yahut boyacı aleti diye isim mi olur lan. bu ne böyle.

kısa maddelerden oluşan bu "atarlı" yazımızın da sonuna geldik. silistrenin diğer anlamıyla gelmeyin bana. falakaya yatırırım vallahi. neyse hadi görüşürüz. kendinize dikkat edin.

26 Ekim 2009 Pazartesi

kingodisco..

bugün hocamız bi soru sordu: "hafta sonunuz nası geçti?" diye.. atladım hemen haliyle: "harika geçti hocam.." dedim. niye böyle dedim? niye olacak, istanbul'a gittim de ondan. ehiehi. evet sevgili okur, disko kralı'na gittik bu hafta sonu. radyo topluluğu ile beraber üstelik. güzeldi vallahi. çok güzeldi.

programdan önce, istanbul'a ilk kez gitmiş bi insan olarak şunu söylemek istiyorum: bu şehirde her şey çok arkadaş. gözüme ilk çarpan şey bu oldu. diren'e de söyledim, hakkaten lan dedi. bu şehrin insanı çok, arabası çok, otobüsü çok, binası çok.. çok allah çok.. ama muazzam bi şehir vesselam. ne yalan söyliyim, rize'yle kapışır benim gözümde. düşün artık gerisini. anlatıyım ister misin biraz? hadi anlatıyım tamam. programdan önceki 3-4 saatlik boş vaktimizde güzel yerler gördüm. misal ortaköy, misal taksim, misal istiklal caddesi. taksimde ıslak hamburger bile yedik olm ne diyosun sen.. peheyy.. istiklalde bi yere gittik, aynı ersin karabulut'un sandık içi köşesinde çizdiği yerdi orası. kesin yani. orası orasıydı. kanal d binasına giderken Ali Sami Yen Stadyumu'nun yanından geçtik ve ben kendimi otobüsten atıp koşa koşa stada sarılmak istedim, olmadı.

efenim gezdik dolaştık, sonunda tabi asıl amacımız olan kanal d binasını ziyaret etme eylemini gerçekleştirdik. yarım saat beklettiler kapıda ama canları sağ olsun. içeri girdik, bi ilgi, bi alaka, bi ikram.. neler neler yani. eheh. yok yok şaka. bize de normal konuk gibi davrandılar. ama en öne oturduk o başka. neyse konu dağıldı. ne diyoduk? heh program. programa fatih ürek, fırat abi (haneler'deki yaban), boncuk abla (haneler'deki pınar), rasim öztekin, volkan baydar, nazlı kızlar ve ismini hatırlayamadığım niceleri katıldı. [bu bir reklamdır.] volkan baydar dediğimiz adam, öyle mest etti ki hepimizi, ağzımızın suyu aktı dinlerken. [bu bir reklamdır.] programın sonlarına doğru okan, topluluğumuzdan nazlı'yı çıkardı sahneye. oturttu sunucu koltuğuna. hediyesini aldı nazlı'dan. odtü'ye gelme sözü verdi. falan. şahaneydi o dakikalar. heyecan bastı, gurur sardı etrafımızı. (heyecan basması) öte yandan rasim öztekin, kinaye döktü etrafa. iğneleye iğneleye bi hal etti alamancı "beybi"leri.

velhasıl kelam, çok eğlendim ben. iyi ki gitmişim bu geziye. program da muhteşem oldu, küçük istanbul gezisi de. keşke hep gitsek böyle. ulan çok güzeldi yaa. gelemeyenlerin de canı sağ olsun, üzülmesinler. (wod'a selamlar..) bi dahaki sefere gelirler onlar da inşallah. neyse efenim artık bitiriyorum ben. öperim hepinizi. kendinize dikkat edin! görüşürüz!

kime bakmıştın tanıyamadım
maziyi hatırlamam da ben pek
izleme beni adım adım
senin kafanı kırarım köpek

ve ayrıca:

beybi, beybi, uu beybi beybi..

19 Ekim 2009 Pazartesi

hastahastamaddele vol. ??

öhöm.. bu "öhöm" bir konuşmaya giriş yaparkenki boğaz temizleme "öhöm"ü değil, hasta olunduğunda genizden gelen şiddetli "öhöm"dür. evet, burdan ne anlıyoruz arkadaşlar? hastayım. vay anasını. okurlarını salak yerine koyan yazar oldum resmen. özür dilerim. neyse. lafı fazla uzatmadan yazımıza geçelim artık.

●burger king de esra&ceyda kardeşler'i reklamında oynattı ya, bütün keyfim kaçtı. burger'ı zaten sevmezdim, şimdi hiç sevmiyorum. dünyanın en beyinsiz ikilisini ikide bir, durduk yere gözümüzün önüne getirmelerinden hazzetmiyorum arkadaş. oyuncu desen diil, şarkıcı desen diil, ne idüğü belirsiz iki tane kafasızı reklamda oynatmak nedir ya? zaten kötü patates yapıyosunuz, böyle reklamlar çekip daha fazla müşteri kaybetmeyin bence. of sinir oldum.

●alpay erdem'in gelişi, yiğit özgür'ün dönüşü, ersin karabulut'un sandık içi'ne devam etmesi sizce de uykusuz'u eski günlerine döndürmedi mi? siz de artık her sayıda anıra anıra gülmüyor musunuz? gülmüyorsanız da, gülmelisiniz bence. adamlar muhteşem zira.

ekşi sözlük diye bi site var. bilirsiniz. bilmeyenleriniz için kısa özet geçeyim: her türlü konuda açılan başlıklara, formata uygun olmak koşuluyla, istenen "entry"nin (yani yazının) yazıldığı bi site. fakat, bunu yapabilmek için yazar olmanız gerekiyor. insanlar fikir paylaşıyorlar, konu tartışıyolar vs. işte bu site eskiden (eskiden dediğim de, 2 yıl önce falan) çok muazzamdı. bi sürü şahane yazarı vardı, esprinin bini bi paraydı. depeyi vardı mesela, mükemmel diyaloglar oluştururdu, entrylerinin tamamına yakınında güldürürdü. bıraktı sözlüğü. ssg ile falan avunduk ama, birden bi şey oldu sözlüğe. bir ateist-dinci, sağcı-solcu kapışması aldı götürdü. insanlar siteye girdiklerinde gördükleri tek şey bu olmaya başladı artık. haliyle eski tadı kalmadı. artık sadece hafta başlarında, geçen haftanın en beğenilen entrylerini okumak için giriyorum ben mesela. diyeceğim odur ki, siteyi geri istiyoruz biz! depeyi geri dönse, ssg biraz daha aktif olsa, site yönetimi daha otoriter olsa, eski günler geri gelir belki ha? olmaz mı dersiniz? olur yaa. niye olmasın. olsa ya.

●öhhö öhhö..

●hasta olunca insan gizli gizli dışlanıyo bence. mesela beni karantinaya aldılar. su şişesi çıkardı annem bi tane, "sen bundan iç suyunu, bardaklarla içme ki biz de hasta olmayalım.." dedi. hüzünlendim. sonra havlu ayırdı bana özel; önüme mendil yığdı bi sürü, stok yaptı. alt tarafı nezle oldum lan, nedir bu muamele?!

neyse ya, başım ağrıyo zaten. gideyim ben. hasta hasta nerden esti aklıma yazı yazmak, bilmiyorum. neyse hadi, öpüyorum hepinizi.

25 Eylül 2009 Cuma

uyandırma servisi..

dün durduk yere böyle bi yazı yazasım geldi. ortada hiçbir şey yokken. birden aklıma geldi. dedim ki biraz etrafa saldırayım, çamur atayım. böylece stres atmış olurum hem di mi ama?..

birden geldiniz, hayatımıza girdiniz. aslında birden de gelmediniz ya neyse. sizi seven oldu, sevmeyen oldu.. sesimizi çıkarmadık büyüğümüzsünüz diye.. ama yaptığınız bini aştı.. dayanacak hal mi kaldı? bi sınırı var elbet..

hatırlar mısınız? yaklaşık iki hafta önce bi felaket yaşandı, istanbul çevresinde. 30 kişi vefat etti. binlerce insan evinden, iş yerinden oldu. insanların hayatları bi günde alt üst oldu yani. ama siz ne yaptınız? çıkıp dediniz ki "bu tablo istanbullunun tedbirsizliğinin sonucudur"... aklımız durdu. böyle bir olaydan sonra nasıl böyle konuşabilirler diye. sonradan düşündük, bunun normal bir söylem olduğuna karar verdik. 17 ağustos depreminden sonra da "7.4 yetmedi mi?" diye pankart açmıştınız, hatırlarsanız.

bir tek bu da değil ki.. aklıma o kadar çok şey geliyo ki, yazsam roman çıkar, o derece. bikaç sorum var, cevaplanmayacak olsa da.. amerika'ya, mısır'a, suudi arabistan'a, birleşmiş milletler zirvesine, g-20 zirvesine, davos'a birçok yere gittiniz. söyleyin allah aşkına, hangisinden kafanızda birden yanıveren bir ampulle geri döndünüz? hangisinden sonra bu ülkede bir şeyleri değiştirmeye çalıştınız? amerika başkanıyla fotoğraf çektirmek de güzel şeydir elbet, ama sizin yönettiğiniz bir ülke var arkada, farkında değilsiniz. ben gittiğiniz hiçbir konferanstan gazla gelip "emekliye, memura, işçiye yüzde 20 zam yapıyorum." dediğinizi duymadım. ama burdan gazı alıp, gidip ekonomi forumunda "esküz mi!" dediğinizi gayet net duydum.

milletin gözünü boyadınız sevgili büyüklerim. türban dediniz, açılım dediniz, hatta "velev ki" dediniz, ama bi gün de oturup "n'olacak bu milletin hali?" demediniz. bi gün çıkıp "ülkenin ekonomisi için bir şeyler yapma vakti geldi.." demediniz. birbirinizle sidik yarıştırdınız hep. milleti kandırdınız işte besbelli. insanların cebinde para yokken, sokak röportajlarında "türban istiyoz biz!" demesinin tek nedeni sizsiniz. ama bunlar umrunuzda mı? hiç sanmam. sizin derdiniz, amerika başkanı geldiğinde onu karşılamaya giderken hangi takım elbisenizi giyeceğiniz. öğrencinin, emeklinin, çalışanın, yaşlının hali nasıldır diye soran yok. sormayın ya boşverin. aa bak, ermenistan sınır kapısı açılmış, bi el atın da kapatalım hadi koçlar. hepinize "sucuk-ekmek"li günler.. hepinizi seviyorum. hepinizi.

24 Eylül 2009 Perşembe

uyanış..

"caner işin gücün var mı abi? yok di mi.. yazsana okuyalım biz de.."

cümlesiyle uyandım. bu cümle sanki blogumu okuyan herkesin (toplasan 10 kişi çıkmaz la) ortak düşüncesini dile getiriyormuş gibi geldi. artık bir şeyler yazmalıydım. evet, bunu yapmalıydım müritlerim için. haydi o zaman safları sıklaştıralım.

"öhömm.. hadi bahalım.." dediğinizi duyar gibiyim.

● okul başladı biliyosunuz. yeni okul, yeni insanlar, eski insanlar da var tabi, bi de eğlenceli olursa hayatımın bu yeni dönemi, tadından yenmicek sanırım. hangi üniversiteye girdim, hangi bölümü kazandım falan hepiniz biliyosunuz zaten. bi daha burda yazıp da hava atıyomuş gibi bi imaj yaratmaya gerek yok. yalnız şunu söylemek istiyorum henüz üniversiteli olmayanlara, çok güzel lan buralar. hepiniz gelin, şahane ortam var hacı.

● lan şu paragraf başlarına nokta koymayı öğrendim ya çok mutluyum. kendimi ayda yürüyo gibi hissettim valla. bu bilgiyi veren daçe'ye buradan selam yollamak istiyorum. sağ olsun, var olsun.

● daçe demişken, adam 250. yazısını yazmak üzere. kendisini bu azminden ve başarısından ötürü kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. anketinde verdiğim oya da uyarak şunu söylemek istiyorum: "nice 250'lere daçe!!"

● bundan sonra blogu boşlamıcam söz. oturup adam gibi konu düşüncem. kitap yazar gibi, bu işten para kazanacak gibi ciddiye alıcam bu işi, söz. siz de böylece daha çok okuyacak, daha çok eğlenecek, daha çok reklam yapacaksınız. emrivaki falan değil, naçizane düşüncelerim öyle.

● şu ülkede feysbuk'ta beyinsiz isimle grup açanlardan daha tehlikeli bir şey varsa o da kanal d'dir arkadaş. adamlar bütün günlere dizi koymuşlar ve hepsi hayvan gibi reyting yapıyo. çıldırıcam. yayınladıkları bütün diziler de romanlardan uyarlama. uyarlama dediysem, yüzüklerin efendisi, harry potter gibi sanmayın. bunlarınki daha çok kafasına göre uyarlama. başlarda romandaki gibi başlayıp bi süre sonra kafalarına göre senaryo yazıyolar, biz de oturup izliyoruz "adam ne güzel roman yazmış lan" diye. sinirimi döktüm, kendime geldim.

uzun zaman sonra yazdığım bu yazı iyi geldi. bloga bişi yazmamanın verdiği vicdan azabını attım üzerimden bi nebze. önümüzdeki günlerde görüşmek dileğiyle. hikaye falan yazasım var ama du bakalım. neyse muhteşem insanlarsınız hepiniz. kib bye!

1 Eylül 2009 Salı

maddemaddemaddele vol. 3

belli bi konu üzerinde duramama sorunu baş verdi bende dostlar. oturup düşünüyorum, böyle cidden, "bloga ne yazıyım lan?" diye, olmuyor. ordan burdan yazıyım diyorum, içime sinmiyor. blogumu kapatsam lan napsam. ya da dur yaa. iki cümle yazıyım, elime mi yapışır.

-şuraya nokta koymayı bilmiyorum arkadaş ben. bakıyorum daçe nokta koyuyor, wod nokta koyuyor. ben niye büyük nokta koyamıyorum şu satır başlarına. bi bileniniz yardımcı olsun, yalvarıyorum ya. kendimi beceriksiz hissettim.

-çankaya belediyesi binasının yerini bugün öğrendim. sakarya caddesinin ordan kıvrılınca bi ara sokağa (adını bilemedim) karşınıza çıkıyormuş. özüm asbavam'ın hemen karşısı. bunca yıldır orda olduğunu bilmiyor olmam ayrı bi rezillik. onu zaten yüzüme vurursunuz diye irdelemiyim istedim. sonuç olarak koskoca belediye binasının bir kebapçıyla, hem de adı özüm asbavam olan bi kebapçıyla, aynı sokağı paylaşması nedeniyle içim cız etti arkadaş. yediremedim kendime. "ben şimdi bunun için mi oy verdim lan?" bile diyodum az kalsın. neyse can sağlığı.

-abi feysbuk'ta grup açılması yasaklansın. yalvarıyorum ya. resmen millet aklından cümle uydurup grup açıyo. yok 100 türk erkeği verelim, 1 edward cullen alalım, yok yatağı duvar kenarında olduğundan hep aynı taraftan kalkanlar, yok efendim sarımsaklı vivident yapılsın, herkesin ağzı sarımsak koksun diyenler.. allah ıslah etsin lan hepinizi. edward cullen kadar da taş düşsün başınıza. bi de bütün listesini davet etmeyecek olan katılmasın ritüeli var ki, değinemicem bile. o kadar karmaşık duygular içerisindeyim. ayıp lan size. yuh. pırt.

-nescafe yaparken 2 kaşık değil 1 kaşık kahve atmak gerekiyomuş, bu yaşıma geldim yeni öğrendim. şimdiye kadar hep "niye bu kahve ekşi oluyo acaba?" diye düşünürdüm. bunca yıl boşuna içmişim o kadar kahveyi lan ekşi ekşi. yazık olmuş.

-televizyonunuz karıncalı gösteriyo falan diye üzülüyosanız daha beteri var dostlar, benden söylemesi. bizim televizyon yaklaşık iki aydır renk karmaşası yaşıyor. bütün renkleri birbirine karıştırdı alet. acayip eğleniyorum. başlarda çok zorlandım ama, futbol maçı falan izlerken çok komik olduğunu fark ettim. zira yeşil rengi kırmızı, maviyi yeşil, kırmızıyı mavi, sarıyı pembe gösteriyo alet. gözünüzün önüne geldi di mi? kıpkırmızı bir futbol sahası, masmavi bir vodafone reklamı, pespembe bir güneş... bir masaldan fırlamışcasına. tabii bu dönüşümleri çözene kadar canım çıktı benim. emeğe saygı, rep yani biraz. lütfen.

sahur vakti geldi çattı dostlar. ben gideyim. zaten bu saatte ne işim varsa internette falan. tövbe tövbe. neyse hadi yeni yazılarda görüşmek dileğiyle. seviyorum hepinizi.

içimden geldi: oğğğ yeeğğğ menn, oğ yeğğ, oğ yeğğğ.. benim puanım sana dokhuz kankam.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

maddemaddemaddele vol.2

ne haber gençler? iyisiniz inşallah. hadi bakalım. bugün yine iç dökmece var. öyle aklıma eseni, içimden geçeni yazıcam. başlık neden vol. 2 diye sorabilirsiniz. bundan önceki yazıyı vol. 1 olarak aldım da ondan. çok açıklayıcıyımdır.

>>bugünlerde sıkıntıdan kendimi bilgisayar oyunlarına veresim var. fakat bende öyle bi bilgisayar var ki dostlar, internetten flash oyun oynarken bile çökebiliyor kendisi. bunun sebebi de şu: ekran kartımın fanı kırılmış. haliyle oyun oynarken de ekran kartı aşırı ısındığından kendini kapatıyor sistem. bu tabi benim naçizane yorumum. gerçek sebep bu mudur bilemem. bu paragraftan çıkacak yorum: birinize piyango neyin çıkarsa bana bi ekran kartı hediye edersiniz artık. canlarım benim.

>>mynet'te, ekolay'da oyun oynarken "seriii" yazılması olayından nefret ediyorum! lan belki işim var, 1-2 dakka beklesen nolcak. sanki oyundan sonra bi iş toplantısına yetişicen ya. sabırsız! senin başına hiç mi gelmiyo? hiç mi kapı, telefon çalmıyo sizin evde-işyerinde? biraz saygı lan. biraz anlayış.

>>yazdıklarıma oy vermemeye başladınız. gözümden kaçmıyor. alındım. hıh. sizin oyunuza mı kaldım bee! bırak tamam bırak. yazıklar olsun.

>>okullar açılmak üzere. içimi tatlı bir heyecan kaplıyor dostlar. üniversite zira, kolay iş değil. insan heyecan yapıyor haliyle. off bak yazdıkça gaza geliyorum. neyse sakin.

>>var mısın yok musun yine başladı arkadaş. hayır eleştirmicem. ne yalan söyliyim izliyorum zira. o "acaba lan?" duygusu güzel bişi bence. öte yandan, düşününce bomboş bi yarışma. kutu açıyor lan adamlar. kutu. kutu nedir arkadaş ya. insan iki soru sorar da ona göre para verir ya. neyse allahtan bitiyo da kurtuluyoruz meretten. ahaha nası sattım iki dakkada.

>>bikaç şarkı önerim olacak son olarak: paramore - misery business, placebo ft. michael stipe - broken promise, muddy waters - mannish boy, elliott smith - between the bars ve queen and paul rodgers - c-lebrity.. dinleyin, hak vereceksiniz.

hadi bu akşamlık bu kadar. seviyorum hepinizi. kralsınız hepiniz. ahahah. kendinize dikkat edin. takipte kalın.

not: lily allen - fuck you var bi de. onu unuttum.

11 Ağustos 2009 Salı

return of the king..

baktım blog 1 ayı aşkın süredir öyle duruyor. artık zamanı geldi dedim kendi kendime. "it's time.." dedim. aklıma geleni yazacağım yine. kafama ne eserse, içimden ne gelirse, madde madde.

-cappy limonata iyi reklam yaptı, sevimli bir maskotu var, prodüksiyon büyük, tanıtıma çok para dökülmüş ama olmamış. bir limonatasever olarak tutmadım kendisini. şekeri çok az olmuş. uludağ'la kapışır diye düşünüyodum ben ama yok, ı ıh. sevmedim. uludağ'ınki hepsini döver bence. (hayır, reklam için para almıyorum.)

-beirut diye bi grup varmış. süper müzik yapıyomuş. insanın ruhunu dinlendiriyomuş. dinlerken bi tuhaf oluyomuşsunuz. benden söylemesi. grubu keşfetmemde emeği geçen wod'a çok teşekkür ediyorum. "hail to the winds of doom!" hatta.

-ulan bu yaz tatilini sevmiyorum ya! millet hep gidiyo bi yerlere. arkadaşsız, işsiz, güçsüz, mal gibi kalıyoruz böyle. her gün de çıkıp gezilmiyo dışarda. napcaz bilmiyorum. neyse.

-ya guitar hero ne kadar şahane bi oyundur ya. doğukan sağ olsun bu deneyimi yaşattı bana. klavyede oynamış olmama rağmen bu kadar gazdayım bakın. kendimi tutamıyorum. gidip bi yerlerde "survivor - eye of the tiger" çalasım var ya.

-yaz tatilinde kültür patlaması yapcam dedim inanmadınız bana. alın işte, beirut olsun, izlediğim yeni filmler olsun. gümbür gümbür geliyorum olm. geçenlerde de buz devri 3'ü izledim mesela. bence güzel olmuş. sevdim. buck karakteri hele. animasyon dünyası için "adeta bi wonderkid". gidin, izleyin. 3 boyutlu izleyin hem de. güzel olsun.

hadi o zaman benden bu kadar şimdilik. arada yoklıcam. hepiniz süpersiniz, aslansınız, kaplansınız. öpüyorum hepinizi. kendinize dikkat edin.

not: başlık sadece yüzüklerin efendisi'ne ithafta bulunma amacıyla yazılmıştır. altında herhangi bir narsisizm aranmamalıdır.

3 Temmuz 2009 Cuma

bira kokan balkon

merhaba gençler. bugün de bu nadide blogumda sizlerle birlikteyim. bugün sizlere oturduğum muhitten bahsedicem biraz. bu muhit biraz tuhaf zira. yazıya başlamadan, bu yazıyı wod'a ithaf ettiğimi bildirmek isterim. kendisi bu konuyu bloga aktarmamı tavsiye etmiştir. teşekkürlerimi sunarım.

evet. öhöömm.. ıhımm.

benim oturduğum muhit biraz işyeri dolu arkadaşlar. her tarafta barlar, oteller, hastaneler falan. burda amacım hastanenin ve otelin adını verip yerimi belli etmek değil elbet. hiç umutlanmayın. bilen bilir, bilemeyen kusura bakmasın. ahah. neyse. hal böyle olunca oturduğum binanın altında da bi bar olması tuhaf kaçmaz sanırım. kaçar mı? kaçmaz. işte bu durumu anlatıcam sizlere dostlar.

yaz gelince, insanlar eğlenmek, gezmek istiyo haliyle. bazı insanlar da gelip bizim binanın altındaki barı buluyolar. lafım yok, gelsinler, eğlensinler. ama insan neden "ahoahhahahahsdooehfehahvkmkxzcvjizlkmamkefmşfejamkm..." diye güler anlamıyorum. bizim de balkon kapısı açık, sıcak olduğundan. bütün muhabbetlerini duyuyoruz adamların. bi de böyle gülüyolar iyice deli oluyorum. demek ki neymiş? şişede durduğu gibi durmuyomuş. ahoahashdahsdhasfauhdszncva.

bu barla ilgili bi şey daha fark ettim az önce. bizim balkona çıkınca resmen efil efil bira kokuyo arkadaş. nası bi stoğu varsa barın. ya da nası içiyolarsa ayılar. anlamadım gitti. herhalde içip içip aynı anda geğiriyolar, bilmiyorum. pis herifler ya. midemi bulandırdılar gece gece.

barın da adını verip reklam yapasım yok hiç. kusura bakmayın. zaten yeterince dertliyim bu konuda. bi de size reklam yapıyım, siz de gelin, siz de kokutun di mi balkonumuzu. "yek yeaaaa!"

bu mekanın güzel yanları da var tabi. sahibi galatasaraylı mesela. arada bi beleşe maç izleme imkanı sunuyo bize sağ olsun. hatta en son şampiyonluğumuzda omuz omuza tezahürat etmişliğimiz var adamla. o derece kafa bi insan.

neyse efendim, uzatmıyım daha fazla. uzun süre sonra içime sinen bi yazı oldu (wod sağ olsun). sizi bilemem. yorumlarınız falan alırım ne de olsa sonra. şimdi gideyim ben. sizlere mutlu günler diliyorum, kendinize dikkat edin diyorum. öptüm hepinizi.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

parabol

yahu zengin olmak ne tuhaf iş. zengin olmaktan kastım, çocuğunu 6 yıl üst üste sabancı üniversitesi'ne paralı gönderip yurt masrafını, yemek masrafını, harçlığını hiç zorlanmadan çıkarmaktır. yani bi nevi "kodaman" olmaktır. diceksiniz ki "adam çalışmış kazanmış lan sana ne..". tamam zaten ben de naylon fatura işine girip parayı götürdü demedim.

zengin olunca, insanlar parayı çabuk bitirmek istiyor herhalde. baksanıza, çoğu starbucks'ta bi kahveye 7 tl, beymen'de bi yağmurluğa 200 tl verebiliyor. sanırım "ulan bu ay da amma az harcadım ya, bu yağmurluğa 200 tl vermezsem kredi kartı ekstremde sadece 3800 tl yazacak. bunu 4000'e tamamlamalıyım." diye düşünüyolar. sanıyorum sadece yahu. kızmayın hemen.

bişi dicem: hepimizin hayali sayısal loto'dan parayı kırıp isviçre alpleri'ne yerleşip keyfimize bakmak değil midir? değildir heralde. hepimiz birden napcaz lan alplerde. donarız orda. en iyisi türkiye'de kalıp bi villa yaptırmak, içine en lüks eşyaları koymak. tabi lan. hayır işlerine falan sonra bakarız. onlar bi dursun şimdi. hayalimi bozmayın iki dakka.

şahsen, bi gün zengin olursam, ama böyle acayip zengin olmam lazım. karun gibi falan. dünya barışını sağlıcam ilk olarak. sonra çocuğumu princeton'a yazdırcam ayda 30000 dolara. yurt masrafını falan hepsini karşılıcam. sonra öbür çocuğa da bi tane araba çakıcam: lamborghini diablo. sarı renkli hem de. süper olcak lan. sizi de görürüm merak etmeyin.

saçma sapan hayallerle bezeli bu yazıda emeği geçen kendim adına hepinize mutlu günler. kendinize dikkat edin! her zaman! "ve unutmayın, önemli olan kalbinizin büyüklüğü, cüzdanınızınki değil" şeklinde bi klişeyle de son noktayı koyuyorum. seviyorum hepinizi!

pis kapitalistler.

27 Haziran 2009 Cumartesi

sıkıntı basması

yine bir tatil akşamı, yine beni aldı bir buhran, bir sıkıntı. terlemekten başka kulağa hoş gelen aktivitem yok şu sıralar. hatta sanırım, terlemek de kulağa hoş gelmedi. yok, yok gelmedi. neyse, boş boş oturacağıma blog kastırayım dedim.

***

bundan sonra yazılarım hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebileceğim. şıklarımız "iyi, orta, gol getirir"den oluşmakta. gol getirir espri amacıyla yazılmış olup kötü'ye denk gelmektedir mantıken. yazıları okuduktan sonra bön bön bakmayıp bu şıklardan birini işaretlemeniz beni bir kelebek kadar mutlu edecektir. kelebeklerin ne kadar mutlu oldukları hakkında bi fikrim yok aslında. öyle deli gibi uçtuklarına göre bi bildikleri vardır ama. bu aleti bloga eklememde yardımcı olan ayşegül'e can-ı gönülden teşekkürlerimi sunarım ayrıca.

***

2 gün önce dünya bir kralını kaybetti. moonwalk'un, siyahtan beyaza geçişin, beyaz çorabın, popun kralı michael jackson, kısaca mj, hayatını kaybetti. her gün dinlediğim bi şarkıcı değildi aslında, ama sağlam şarkıları vardı bence. ayrıca dansı bile yeterdi sahneye çıktığında; şarkı söylemese de olurdu yani. eski karısına da "sonumun elvis gibi olmasından korkuyorum." demiş vakt-i zamanında. haklı çıktı ya ona yanarım ben. neyse, diyecek laf yok bundan sonra. güle güle popun kralı!

***

yaz geldi, sinekler çıktı yine ortaya. hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri, sivrisinek sesidir. kulağımın dibinde uçarken çıkardığı o "ciiiiiiiiiviivivvviiiiiiiiiiiii" sesi yüzünden kaç kere kendimi tokatladım. bi ilaç çıksa gebertse şunların topunu, ilk alan ben olucam yemin ediyorum ya. bi de ısırmıyolar mı. haysiyetsizler. bizim evde de en çok beni ısırırlar üstelik. kendilerini sevmiyorum diye beni mi seçiyolar napıyolar anlamadım ki.

***

her konuyu yıldızla ayırma huyum sürecek. izlemede kalın!

***

o zaman yazımızı bitirelim. böyle küt diye bitti demeyi çok seviyorum ya. hep böyle yapıcam, yaşasın kötülük. ehehe. öhöm neyse. bugün de bana zaman ayırıp okuduğunuz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. oy basmayı unutmayalım! öpüyorum hepinizi. kendinize dikkat edin!

23 Haziran 2009 Salı

tatil mi? o da ne?

tatil geldi, eğlenicez, gezicez dedik ortada hiçbi şey yok. her seferinde böyle oluyo bi de. tatiller sıkılmak için değil bence, olmamalı. gerçi daha yeni girdik, du bakalım. yok ama yok. ümidim yok benim bu tatilden de. bi daha tatile girersem iki olsun. daha girmem t.. tamam yapmıcam bu yıpranmış espriyi. (bkz: yıpranmış espri)

havanın bu kadar sıcak olmasını istemiyorum ben. her ne kadar bunu can-ı gönülden isteyenlerimiz (bkz: direnkknerid) olsa da, ben istemiyorum arkadaş. karasal iklim de istemiyorum ben, karadeniz iklimi olsun her yerde. ıpıslak paçalarla gezelim, çamurlu pantolon bi yaşam biçimi olsun. bu ne böyle ya. hem tatil sıkıcı, hem sıcak. evde oturup terlemekle tatil mi olurmuş. peeh.

içinde bulunduğum bu karamsar durumdan kurtulmak için filme, kitaba vurdum kendimi. yaz sonunda hayvanlar gibi (?) kültürlü bi adam olup çıkıcam. görürsünüz. hepinizi geçicem. ehehe.

kitap olarak olasılıksız'ı seçtim ilk başta. önyargılı yaklaştığım bi kitaptı aslında. ama kendimi sıkıp ilk 70-80 sayfalık bölümü okuduktan sonra mükkemmel bi hal alıyo kitap. bilim kurguya vuruyo kendini. şu anda da acayip pis bi yerdeyim. sonunu acayip merak ediyorum. kısacası tavsiye ederim kitabı. ki zaten herkes öve öve bitiremedi, bilirsiniz. film olarak da, forrest gump izlicem birazdan. 2. izleyişim olacak ama süper olacak. tom hanks oynadığı için 5 kere de izlerim aslında. dün de da vinci şifresi'ni izledim. tom abimizle kanka olduk anlıcaanız. eheh.

iyice sululaştım ha ben. tamam bitiriyorum yazıyı daha fazla sıkmadan sizi. taşla kaplı bu yazının da sonuna geldik. ahah. bir sonraki sıkıcı ve saçma yazımda görüşmek üzere. si yu.

20 Haziran 2009 Cumartesi

bu sene soruları tübitak hazırladı..

heheeyyy!! ben geldim! merhaba, nasılsınız? iyisiniz iyisiniz. "öss'den kurtulduk, bitti lan!" diye hönkürmeyi çok istiyorum. "1 hafta geçmiş üstünden yeni mi aklına geliyo?" diyebilirsiniz, haklısınız. modem bozuldu falan, tuhaf şeyler oldu. ondan yazamadım. neyse sonuç olarak karşınızdayım.

öss denen illetten 14 haziran 2009 pazar günü saat 12.45 sularında kurtulmuş bulunduk. öyle ya da böyle, sonucu ne olursa olsun bitti ya, önemli olan bu bence. kimse canını sıkmasın kötü geçti diye. tatilin keyfini çıkarın. zaten 2 ay sonra hepimizi bi tercih stresi saracak. o zamana kadar kafanızı dağıtmaya bakın derim ben.

bu yıl son öss olacak diye, kolay olacağını düşünüyodum ben. çünkü mezunların çoğunun kazanması gerekirdi ki, yeni sisteme uyum sağlamak için bi daha uğraşmasınlar. gerçi kolay olunca da herkes iyi puan yapacak, bi yere yerleşmek daha zor olacaktı. böyle tuhaf şeyler işte. ünal yarımağan beyefendi, geçen yıldan dersini almış olacak ki bu sene katıldığı her programda "ne zor ne kolay" dedi sınav için. valla bence yine yanıldı. çünkü bu sınav, benim şahsi fikrime göre, bu sistemin en zor sınavıdır. 3 tane hatalı fizik sorusu olması da cabası. üstelik, 3'ünü de doğru yapmışım ben. bunun hesabını kimin vereceğini bilahare tartışırız.

bu sene beklendiği gibi tübitak hazırlamıştı soruları bence. çünkü çok zordu sorular. bu ösym işi bilmiyor ki arkadaş.. niye tübitak'a hazırlatıyosun? bizden ne istiyosun ey ösym? hazırlataydın ünal yarımağan'a, harun yahya'ya (harun yahya da tübitaklı gerçi).. fena mı olur idi? ah ösym, ah. aşk olsun.

son olarak; sınavdan en az 1 ay önce toplanıp 20 tane fizik sorusu hazırlayan, 5 biner kez soruları kontrol edip de eşşek kadar bilimsel hatayı görmeyen fizik profesörlerine selam eder, teşekkürü borç bilirim. hadi esen kalın, kendinize dikkat edin.

31 Mayıs 2009 Pazar

imtihan-ı seçim-i talebe

eveet, mayıs ayının bu son gününde hepinize merhabalar. havalar falan düzeldi, saçma bi mutluluk kapladı içimizi. ama benim konu biraz sıkıcı olabilir. diyorum ki, bugün öss konusu üzerine tartışalım. içinde benim de bulunduğum 1 milyon 450 bin kişilik grubun duygularına tercüman olalım.

bundan tam iki hafta sonra bu sınavdan kurtulmuş olucaz. ben ikinci kez girdiğim için bu günü daha bi hırsla, inançla bekliyorum. bu durumun rehavet yaratmasından kuşkuluyum gerçi. ama çalışıyorum yahu. dereyi görmeden paçayı sıvamak gibi olmasın ama bu sene bu iş bitecek gibi geliyo bana.

sınava hacettepe üniversitesi - kimya bölümü'nde giricem. sıraların çok kötü olabileceği yönünde istihbarat aldım. olsun ama, kötü sıra iyidir, kafam dağılmaz diye düşünüyorum ben. sıra değil de, masa güzel olsun yeter bana. (bu yaşına gelip sırayla masa arasındaki farkı anlamamış olanlara diyecek lafım yoktur.) bazı masaların üzerindeki derin yarıklar ya da girintili çıkıntılı arazi yapısı nedeniyle cevap kağıdı dediğimiz hayati belge yırtılabilir zira. öte yandan, sınava bi üniversitede giriyo olmamın "ortam sessizliği" açısından bi avantajı da olabilir. bilemiyorum.

her sene ortaya atılan "bu sene tübitak hazırlıyomuş soruları" klişesine de değinmeden geçemicem. lan manyak mısınız? tübitak'ın işi gücü yok mu ki size soru hazırlasın oturup? hem zaten hazırlasa n'olur? ne kadar farklı sorabilir ki geçmiş yıllardan? manyaklar ya.

bi milyon kişinin duygularına tercüman olalım dedim, bi tek kendi duygularıma tercüman oldum. ne pis, ne bencil bi adamım ben. neyse, sınava girecek olanlara bir iki söz söyliyip kapatıyım. burcu, özge, baran, sıla, mete, yusuf, esen, bedirhan, eray, süleyman, özlem, mehtap, selim, şakir, hepiniz gönlünüzü ferah tutun, kafanızı takmayın, 14 haziran günü o sınavı tarihe gömeceğimizden başka bi şey getirmeyin aklınıza! hepimize başarılar diliyorum. yolumuz açık olsun!

dipnot: duygulandım lan.
dipnot2: bu sene oxford'dan gelen profesörler hazırlıyomuş soruları lan. napcaz? ahahahah. görüşürüz hadi.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

bağıra bağıra iç dökmece vol. 2

ben döndüm! korktunuz biliyorum. bu çocuk uzun zamandır yazmıyor dediniz. ee sevgili okurlarım, insan öss genci olmayagörsün ülkemizde. neyse oralara girersem bir ansiklopedi (bkz: abartamamak) yazı çıkar. hiç bulaşmıyım en iyisi.

bu blog işi pis iş. zira her gün yazacak konu bulamıyor insan. yazmayınca da etraftan istekler yağıyor, sanki dünyaca ünlü bi yazarım ben. yazıya böyle konusuz başlayınca da devamı güzel gelmiyor. evet, buradan da anlayacağınız gibi yine bir konu yok elimde. kafama eseni yazıcam valla hiç kusura bakmayın.

***

bu başlık bir yazı serisinin habercisi mi yoksa? aman tanrım. yoksa diren'e mi özeniyorum? neden? nedeenn? ahah şaka şaka. keşke diren gibi düzenli yazsam da ona özensem. antiüretken beyinsiz ben. (bkz: antiüretken beyin)

***

bloga ilk başladığım günlerde Türkçeye oldukça dikkat ediyordum. kitap yazar gibi yazıyodum kelimeleri. sonradan bir aydınlanma oldu ve "köşe yazısı mı yazıyorum bu ne böyle?" gibi bi özeleştiriyle bu imla kılavuzu edasına son verdim. böylesi daha bi gayriciddi olduğundan güzel de oldu aslında.

***

bazen filmler gerçek olsa diye düşünüyorum. hayaller kuruyorum böyle ciddi ciddi. düşünsenize slumdog millionaire'in gerçek olduğunu. yarışmaya benim katıldığımı. kenan ışık'a ayar üstüne ayar verdiğimi.. süper olmaz mı sizce de? ya da mesela yüzüklerin efendisi gerçek olsa.. ben legolas olsam, apartman kadar filin tepesine çıkıp 3 adet okla işini bitirsem. hortumundan kayarak insem filin tepesinden, havamdan geçilmese. ya süper olur off. yönetmenlerden (ya da filmlerde oynayacak olanları kim seçiyorsa ondan) bişi istiyorum: böyle gişe potansiyeli olan filmlerde halktan insanları oynatsınlar. hem egomuz tatmin olsun, hem de film olabileceği maksimum doğallıkta olsun. fena olmaz bence. sizce?

***

edebiyat kitabı edasıyla, her konunun altına 3 adet yıldız koydum. hoş oldu.

***

neyse artık uzatmayalım yeter şimdilik. biliyorum çok sık yazmıyorum. ama öss belasını başımdan atınca daha sık yazmaya çalışıcam. söz. bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle. kendinize iyi bakın! esen kalın!

14 Nisan 2009 Salı

bağıra bağıra iç dökmece

canım sıkıldı ya benim. iki kelime çiziktireyim istedim buraya. gelişigüzel bir yazı olacağa benziyor. allah sonumuzu hayır etsin. diren'in "uzun uzun" serisine ufaktan benzeyebilir, kusuruma bakmayın. ahahah. ya zaten blog dediğin günlük gibi bi şey. kafasına eseni yazmalı insan. neyse işte öyle.

bloga adamsayar ekledim. bundan sonra gireni çıkanı sayacak o alet. mesela aleti eklediğimden beri sadece 2 kişi girmiş benden başka. süpersiniz canlarım. sizi kandırmak için de 100'den başlatmıştım halbuki, okuyanım çok gözüksün diye. çok cinfikirliyim ben ya. valla. bu sayacı diğer bloglara göz gezdirirken gördüm bi yerde. çok hoşuma gitti. ondan ekledim. yoksa kaç kişi girmiş bloga diye merak ettiğimden değil. sayacın nerden eklendiğini merak edenler "fare imleci"yle sayacın üstünde durduktan sonra linki görebilirler.

"mezun" sıfatıyla dershaneye gitmek o kadar zor bi şeymiş ki anlatamam. geçen sene hep derdik "bu adamlar da niye düşük puan alıyolar ya? 2. kez görmüyolar mı bunlar konuları?" diye. işte hocalar bile böyle düşünüyo mezun öğrenciler hakkında. hep "siz bunları zaten biliyosunuz, haftaya da diğer konuya geçeriz, yoksa yetişmicek" modundalar. hele bi mat1cimiz var ki sormayın... bu aralar dershanede puanlar da düştü. moralim çok bozuk. puanların düşmesinin güzel bi artısı oluyo ama, insan gaza geliyo. itici güç sağlamış oluyo düşen puanlar. mesela birazdan kalkıp ders çalışmaya başlıcam. o derece etkili yani.

cumartesi günü odtü - devrim'de güzel bi etkinlik varmış. insanlar bi araya toplanıp bağıra bağıra şarkı söylüyolarmış gitar eşliğinde. bugün bana da davetiye geldi. yaldızlı harflerle "bağıra bağıra şarkı söylemece vol. 2" yazıyodu üstünde davetiyenin. alta da not düşmüşlerdi: davetiye 1 kişiliktir. ahah yok yok şaka. diren, deniz ve odtüdeki arkadaşları organize ediyolarmış. feysbuktan davetiye yolladılar. hiç de yaldızlı harf falan yoktu, alındım. benim için bu organizasyonun en güzel yanı "doğukan the guitar hero"nun gitar çalacak olmasıdır. 2 aydan beri görmediğim o yüce insanın fade to black solosunu bir kez daha dinleyeceğim için çok heyecanlıyım açıkçası. diren'le deniz'i, odtü'yü bir kez daha görmek de cabası.

evet, bir sıkıcı ve saçma yazının daha sonuna gelelim artık. uzatınca tadı kalmıyo. bir sonraki sıkıcı ve saçma yazımda görüşmek üzere. hoşça kalın!

YOU! ARE! FAGS!!

30 Mart 2009 Pazartesi

sabırtaşı(-ran)..

yok, yok.. tutamıcam artık kendimi ben. kusmalıyım içimi bi yerlere. burası en uygunu sanırım. seçimden bahsedicem evet. çünkü artık sabrım(ız) zorlanmakta.

15 yıl önce..

küçücük bi çocuğum ben. dünyadan bihaberim. melih diye biri var başta ama kimdir, nedir kafam almıyor henüz. sanırım büyüdükçe daha çok anlam kazanacak bu konu.

10 yıl önce..

etrafta küçük kağıtlar görüyorum. kiminin üstünde murat karayalçın ismi var, kimininkinde i. melih gökçek. nedir diye bakıyorum, seçim içinmiş. ilgimi çekmiyor bi kenara atıyorum kağıtları. kendime oynayacak bi şeyler bakıyorum. çünkü bu kafa hala almıyor bu 'sırıtış'ın ardındaki gizemi.

5 yıl önce..

biraz daha büyümüşüm. seçim olacak, ondan haberim var bu sefer. adayları da tanıyorum hatta. karayalçın ve gökçek yine. düşünüyorum, diyorum ki: "bu gökçek de bıkmadı başkanlıktan, hala aday oluyo.." seçim akşamı geliyor, geçiyorum tv karşısına. nedense küçüklükten beri hep ilgimi çekti o grafikler, oranlar. evdekiler karayalçın'a oy vermiş belli. kazanmasını istiyorlar. e doğal olarak ben de onu istiyorum, neden istediğimi bilmesem de. saatler ilerliyor. gökçek yine önde. babam sinirleniyor, annem sinirleniyor, "yine seçtiler adamı.." yakarışlarının arasında yatağa giriyorum. sabah olduğunda öğreniyorum ki hakikaten "seçmişler adamı..". hem de büyük farkla. yine, pek önemsemiyorum. okuluma gidip kendi işime bakıyorum.

1 gün önce..

sabah 8 olunca annem geliyor, uyandırıyor. "hadi kalk oy vermeye gidiyoruz..". seviniyorum, çünkü artık 'büyümüşüm'. artık ben de söz sahibiyim yönetimde diye düşünüyorum. bu sefer gökçek hakkındaki düşüncelerim daha net. bu adam yolsuzluk yapmış, belgelerle de ispatlı. bu adam 30 euro'ya su sayacı alıp, 300 tl'ye bize satmış.. bu adam kızılırmak'tan su getirmiş, üniversitelerin bağırışlarına rağmen, bize içirmiş arsenikli arsenikli. bu adam kuğulu alt geçidi diye bir yer yapmış ki, evlere şenlik. bu adam 'sosyal yardım' yapmış ki, oy alsın halkından. bu adam kendisinden önceki başkan karayalçın'ın projelerine çökmüş, üstüne de "ben yaptım!" demiş. bu adam 10 yılda bi metroyu bitirememiş, bizimkiler de gidip hala ona oy vermişler. bu adamın vaatleri de komik: disneyland yapacakmış ankara'ya.. bütün sorunların çözümü buymuş gibi. milletin cebinde para yokken disneyland'a gidebilecekmiş gibi. bu adam bize kıs kıs gülmüş, biz de espri yapıyor zannetmişiz. bi 5 yıl daha 'sırıtabilmek' için adaylığını koymuş. artık bi dur demeli, değil mi? yaptıkları ortada işte. sen de seçmen olarak git de ki: "ey melih, saltanatın buraya kadar!", değil mi? ama yook, demeyiz biz. severiz ankaralı olarak, sömürülmeyi, dalga geçilmeyi, kazıklanmayı. bize kömürümüzü, makarnamızı versinler, işe gerek yok. ne de olsa 5 yılda bir erzağımızı tamamlıyolar, bi de üstüne ısıtıyolar yeter o. çalışmaya, para kazanmaya ne hacet! belediyecilik olmasa da olur..

bu adama oy vermemiş biri olarak sizi temin ederim ki, bu size müstehak. alın 5 yıl daha keyfini sürün arsenikli suyunuzun, bitmeyen metronuzun, bacadan sızan gazınızın! kurunun yanında yaşı da yakmayı unutmayın sakın!

26 Mart 2009 Perşembe

snıf! snıf!

Koku: Bir Katilin Hikayesi diye film vardı hatırlar mısınız, bilmem. (çok eski filmmiş gibi "hatırlar mısınız?" ayaklarına da yatmıyo muyum.. ilahi ben ya..) her şeyin, istisnasız her şey, kokusunu ayırt edebilen bir adamın hikayesini anlatıyordu. kendisine doğru atılan elmanın kokusunu havadayken alıp, kendini bu saldırıdan koruyabiliyordu. o derece insan üstü biriydi bu adam. sonra mesela, insanları kokusundan tanıyabiliyodu. üstelik köpekler gibi burnunu onlara sürtmesi falan da gerekmiyodu. uzaktan bile alıyodu kokuları. hah işte izleyenleriniz hatırlamıştır artık. izlemeyenler de izlesin artık. konuyu getirmeye çalıştığım yer, bende de bi koku takıntısı var. mesela kitap kokusu.. kaçınız beğenir bu kokuyu bilmem ama, ben bayılırım. dershanede her dergi dağıtılışında millet yeni konu var mı diye bakarken, ben dergiyi tam ortasından açıp koklamaya başlarım. delice geliyo olabilir, biliyorum. böyle bi insanım işte ben de. ne yapayım? boya, egzoz, kibrit dumanı kokusu birçok insana mide bulantısı ya da "tiksinti" verirken bana hep tuhaf bi aydınlanma hissi(!) vermiştir. bu aydınlanma hissi bu maddelerin "kafa buldurtma" özelliğinden de olabilir tabi. orasını bilemem.

bu koku takıntısı arada bir işe de yarıyo aslında. bu yararlara kokusundan yemek tanıma eylemini örnek gösterebilirim. geçenlerde eve girer girmez burnumdaki reseptörler harekete geçti, çok tanıdık bir koku alıyorlardı, beynin koku alma merkezine gerekli bilgileri gönderdikleri anda anladım ki bu koku annemin yaptığı kurufasulyenin kokusuymuş. içimi bir sevinç kapladı, anneme binlerce kez teşekkür ettim. koku alma duygum olmasaydı ben o yemeğin ne olduğunu anlayamayacaktım. çok üzülürdüm vallahi.

yıllardır hayvanlardan üstün olduğunu benimseyen insan oğlu kilometrelerce öteden çiçeğin kokusunu alan küçücük arı kadar olamadı. ya da bir kez aldığı kokuyu unutmayan köpek kadar. koku diye bir şey olmasaydı bu hayvanlar belki de aç kalacaktı. ama biz yine de onlara elimizi uzatmayacaktık. toplumsal mesajımızı da ironik biçimde verdikten sonra yazımızı bitirmenin vakti geldi artık değil mi?

koku, hayatımızın her yerinde! sinemada, evde, işte, okulda, her yerde kullanabilirsiniz! üstelik bedava! hemen siz de burun deliklerinizi açın ve hava sirkülasyonunu oluşturun! (bilimsel konuşuyorum ki sıktığım anlaşılmasın.) ürünümüzden memn.. tamam kestim. gelişigüzel yazılmış bir yazının daha sonuna geldik. bir dahaki saçma ve gereksiz yazımda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın. hfss..

bir ekşi sözlük yazarı edasıyla edit: mesela'ların bolluğu giderildi. yazının daha akıcı olması sağlandı.

27 Şubat 2009 Cuma

"do you know where these (o)scars come from?"

geçtiğimiz pazartesi gecesi oscar ödülleri dağıtıldı bilindiği gibi. fakat ben bir öss genci olduğumdan, hemen bloguma aktaramadım düşüncelerimi. gerçi töreni izleyemedim ama ödüller hakkında birkaç yorumum olacak naçizane. okumak istemeyenlere sağ üstteki kırmızı butonu öneririm. sonra sorun olmasın.

tehditimi de aktardıktan sonra başlayayım artık. evet, en iyi film oscar'ı slumdog millionaire'e gitmiş. filmi izlemedim ama benjamin button da iyiydi yani şimdi. beni asıl ilgilendiren "en iyi yardımcı erkek oyuncu" ve "en iyi animasyon" ödülleriydi, ki ikisinde de tahmin ettiklerim ödülü aldı. heath ledger, the dark knight'taki the joker rolüyle en iyi 'yardımcı' erkek oyuncu ödülünü aldı. adam gayet de 'usta' erkek oyuncu gibi oynamıştı halbuki. dudağını yalaması, yaraları her seferinde farklı anlatması, ses tonu, mimikleri, daha saymaya üşendiğim her türlü özelliğiyle sonuna kadar hak etti bu ödülü. yaşıyor olsaydı da ödülü vermeleri gerekirdi ayrıca, böyle bi tartışmaya girmek bile anlamsız. en iyi animasyon ödülünü de wall-e aldı. o da bir insanı ağlatabilecek tek animasyon olma özelliğiyle hak etmişti bence bu ödülü. ben ağlamadım, korkmayın hemen. ama kötü oldum yani.

the joker.. gelmiş geçmiş en iyi kötü adam. heath ledger'ın müthiş performansıyla can buldu. o bize "why so serious?" diyerek her daim ciddi olmamayı, "let's put a smile on that face!" diyerek zorla da olsa gülmeyi, "i'm a man of my word.." diyerek sözünün eri olmayı, "very poor choice of words.." diyerek sözlerimize dikkat etmeyi, "we're tonight's entertainment." diyerek sıkıcı sosyete davetlerinin eğlenceli olabileceğini öğretti.

wall-e.. koca dünyada tek başına kalan temizlik robotu. konuşabildiği iki kelime olan "vool ii" ve "iiiiiva!" ile bizlere robotların duygusuz varlıklar olmadığını gösterdi. animasyonların bile ağlatabileceğini, onların çocuk filmleri olmadığını öğretti.

ikisi de oscar'ı hak ettiler, unutulmayacaklar! en azından ben unutmam. çünkü biri hayatımda izlediğim en iyi animasyon film, diğeri en iyi 'yardımcı' erkek oyuncu. yazımı bitirmeden, kate winslet'i de çok sevdiğimi belirtir, başarılarının devamını dilerim. (karneye yazılan yazılar gibi olmadı mı sizce de?) yaşasın film izlemek! bir sonraki sıkıcı ve saçma yazımda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın. hatta kib. (iki nokta üst üste D)

21 Şubat 2009 Cumartesi

insanlıktan çıkmaktayız..

bu sayfada ben olabildiğince içimi dökmeye, kendimi bir nebze de olsa rahatlatmaya çalışıyorum. elimden geldiğince eğlenceli olmaya, okuyanları sıkmamaya çalışıyorum. ama bugün "yemekteyiz" adlı programdan bahsedeceğim. çünkü bu konu da içimi sıkıyor, bunaltıyor beni. birilerine anlatmazsam rahatlamayacağım.

dün gece kanallar arasında dolaşırken, amiyane tabirle zap yaparken yemekteyiz'e rastladım. zaten akşam 4'ten sonra ya yemekteyiz oluyor show tv'de, ya da var mısın yok musun. iyice "bez bebek" oldu bunlar. neyse, program bildiğiniz gibi 5 kişinin bi araya toplanıp yemek yemesi üzerine. dünkü bölümde de 5 kişi toplanmış bunlar, bir teknede yemek yiyorlardı. evet, tekne. "ev sahibi" hanımefendi kendi evini beğenmemiş olacak, teknesinde ağırlamak istemiş konuklarını. ya da belki de teknede yaşıyordur değil mi? o da olabilir. ya da belki mağarada yaşıyordur, mağarasından utandığı için tekneye çağırmıştır insanları. bunlar çeşitli senaryolar, hangisi doğru bilemem. ama bu programı izleyen insanların büyük çoğunluğu orta halli insanlarken, parasını bu insanların gözüne sokmak isteyenlerin bu ülkede yaşamasını istemiyorum ben. bir de garson tutmuş hanımımız, servisi o adama yaptırıyor. kalkıp iki tane tabak getirse asaletinin(!) yerle bir olacağını düşünüyor herhalde. böyle insanları televizyona çıkarıp adam yerine koyan show tv'ye de bir teşekkürü borç bilirim.

gözümüze soktuğunuz paraların yön değiştirip şimdi adını anamayacağım bir yerinize girmesini temenni eder, teknenizden öperim.

12 Şubat 2009 Perşembe

maksat muhabbet..

ben bu blogu 10 günde bir yazı yazayım diye açmadım elbette; fakat bu dershane denen 'kavram' (kitlesel başarıda 1 numara) insanda yazı yazacak ilham ve satır aralarına sıkıştıracak espri bırakmadığından yazmaya cesaret edemedim. sayfa boş kalmasın diye giriştiğim bu yazı bi şeye benzemezse affınıza sığınacağım. diğer yazılara gelen olumlu eleştiriler bu gazı almamda büyük bir etken tabii ki. buraya zaman ayırıp okuyan, ardından da "güzel ve içten olmuş." gibi yorumlarda bulunan herkese teşekkür ediyorum. ayrıca neden bu kadar uzun cümleler kurduğumu ben de bilmiyorum.

bu dershane denen kavram öyle bir şey ki dostlar, yılda bir kez düzenlenen NBA All-Star adlı şahane eğlenceyi izlettirmez insana. hayko cepkin gibi muhteşem bir adam gelir de şehrine her ay, gidemezsin arkadaşlarını yanına alıp. "canım sıkılıyo ya, bi film açayım da izleyeyim." dersin, "senin dersin yok mu len?" diye dürter beynini. "bari müzik dinleyeyim?" dersin, "olmaz, fizikten ödev var." der. ama inat ettim, bu sene son. "bir daha da gelmem dershaneye!". hayatımın en güzel 2 yılını aldı benden vicdansız! utanmaz!

hayko cepkin (hayko cepkin'le paragraf başlamaz ama neyse.. iki nokta üst üste p) demişken, bilen bilir ben bundan 1-2 yıl öncesine kadar kendisini hiç hazetmezdim. sırf böğürüyor.. yok böğürüyor olmaz.. sırf yüzüklerin efendisindeki orc'lar gibi şarkı söylüyor diye sevmezdim üstelik. meğer nasıl yanılmışım. şarkı sözleri olsun, böğürmesi olsun, insanlığı olsun, her şeyiyle bir numaraymış. kaç kere de geldi ankara'ya, bir türlü gidemedim konserine. kendisinden özür diliyorum vallahi.

(başta da söylediğim gibi bu yazı gelişigüzel yazıldığı için üstteki paragraftan da anlaşıldığı gibi saçma sapan ilerlemektedir. nereye varacak bakalım.)

neyse sevgili dostlar, bugünlük benden bu kadar. (kafiyeye gell..) zamanınızı böyle saçma sapan yazılarla çaldığım için özür dilerim. kaliteyi artırmaya çalışacağım, söz. geçenlerde doğum gününü kutladığımız diren'ime mutlu bir 19. yaş diliyorum ayrıca. hatta bütün hayatı mutlu olsun, tam olsun. bir de bana brutal vokal'i sevdiren mikael akerfeldt'e ve hayko cepkin'e teşekkürlerimi sunarım. (ne kadar gereksiz bir insan oldum ben böyle.) son olarak: hoşça kalın, hepiniz bir numarasınız! ehehe.

3 Şubat 2009 Salı

adsız.txt

ortaokuldan beri kompozisyon derslerini hiç sevmedim. çünkü ben hiçbir yazıma adam akıllı giriş yapamadım. hocalar tutturmasa, giriş-gelişme-sonuç olmak üzere 3 bölümden oluşacak yazınız diye, şu an bir yaşar kemal, bir orhan veli olmuştum belki de. şaka şaka, o kadar da değil. hocaların bu tutumu yüzünden çoğu öğrencinin yazısı "hepimizin bildiği gibi insanlar doğar, büyür ve ölürler." ya da "insanlar sosyal varlıklardır." gibi kalıplarla başlamıştır. benimkiler de hep verilen konuyu tanımlamakla başladı. ama artık bu blog sayesinde özgürüm. istersem sonuçtan başlarım yazmaya, istersem sadece gelişme yazarım. biriniz de çıkıp itiraz ederseniz bu ne biçim yazı diye, "edebiyat hocası mısın sen?" diye çıkışırım haberiniz olsun. bütün bunları nereye bağlayacağımı bilememekle beraber, tehditlerimi ciddiye almamanızı öneririm.

evet, hepimizin bildiği gibi insanlar.. ahah yok yok şaka. ilahi ben.

malumunuz, bu sene ben ikinci kez ÖSS denen belayla başa çıkmak zorundayım. geçen yıl aldığım puanı beğenmemem ve çoğunuzun bildiği ODTÜ takıntım yüzünden bir daha denemek istedim. bu kararımdan pişman olup olmadığımı 14 haziran'da hep beraber göreceğiz sevgili okurlar. ama sanıyorum ki, bu gidişle, geçen senekinden daha iyi bir puan alarak istediğim okulun istediğim bölümüne girebileceğim. sınav günü bi aksilik yaşanmazsa. kendime bu kadar çok güvenmesem, zaten şu an burada oturup bu sayfaya yazı yazıyor olmam. bunu söylemek bile bi suçluluk duygusu uyandırıyor. "bugün de ders çalışmadım yaa off." diye. saat daha 11.35 gerçi. sonra çalışırım. söz. valla. söz.

ODTÜ takıntım yüzünden, bana "salaksın, gerizekalısın, beyinsizsin.." diyenler oldu. beni anlayamadılar, anlam veremediler, çünkü onlar için ODTÜ sadece bir okul. benim içinse "bir yaşam biçimi". ahah yok yaşam biçimi olmasa da, bir efsane olduğu aşikar. o nedenle ben bir daha bu riski alıp bu lanet olası sınava giriyorum. inanıyorum, yapacağım. finalle çalışmamış olsam da, kazanacağım! yine de bir düşünürün dediği gibi: "nasip kısmet bu işler, canerim.."

bu yazımda sizlere kâh şakalar yaparak, kâh ciddi olarak başımdaki en büyük belayı, kıyısından da olsa anlattım. hepsini birden anlatıp tadını kaçırmak istemiyorum. ama bana sonra demeyin "iyi ki bi ÖSS'ye gircen, her gün aynı şeylerden bahsediyosun.." diye. neyse bitiriyorum hadi. başınızı ağrıttım, kusura bakmayın. yine de zahmet edip okuduğunuz için teşekkürler. kendinize iyi bakın. "si yu on törzdey.."

yeni başlayanlar için blog

blogun adından da anlaşılacağı gibi bu sayfa bir hışımla oluşturulmuştur. birkaç güne, olmadı birkaç haftaya sıkılıp bırakmadan önce, türlü türlü yazılarla içimi dökmeye çalışacağım. iç dökmek dediğim de, günlük olaylar falan olur en fazla.. o nedenle çok heyecanlanmayın.

neyse (neyse ile paragraf başlamaz ama neyse..) lafı uzatmadan "görünen ad"ımın neden dzgndrtyzl olduğuna gelelim. çoğunuzun bildiği gibi sanal ortamda düzgündörtyüzlü 'rumuz'unu kullanmaktayım. bir gün yine bir torrent (torrent nedir bilmeyenler kusura bakmasın) sitesine üye olurken kullanayım rumuzumu istedim, fakat site uyuzluk edip bu rumuzun başkası tarafından parsellendiğini bildirdi. ben de dedim ki "neden marjinal olmuyorum?".. atıverdim kelimedeki ünlü harfleri ve ortaya bu çıktı. sonra, burada da kıllık yapmasın sitemiz diye direk bunu yazıverdim. vay anasına. çok da ilginçmiş, değil mi? hatta hayatınızda gördüğünüz en tuhaf "nick" hikayesi. çok fena çok.

yahu böyle bi hışımla başlayınca da aklına hikaye gelmiyor insanın. zaten saat olmuş 00.17. zaten ıssız adam'ı daha yeni izlemişim, kafam bulanık. kusura bakmayasınız sevgili okurlar. ya da sadece okur. ayrıca merak etmeyesiniz, devamı gelecek. hiç olmadı iki öss anısı anlatırım, olur biter. yazımı bitirmeden önce, bu blogu açmamda bana olağanüstü gaz veren diren'ime büyük bir "teşekkürü borç bilirim." ve kaçınılmaz son: bitti.

.